Ruhum / Fatma Nur Ak Bal
Fatma Nur Ak Bal “Ruhum” öyküsüyle Tida Yayınları’nda!
Salih Bolat ile yeni kitabı “Gittikçe Yakın” ve yazarlık üzerine söyleşi…
YARATICI YAZARLIK ÜZERİNE
SIKÇA SORULAN SORULAR
Son yıllarda yeni yazarlar, yazarlık eğitimleri ve yazarlık üzerine yapılan çalışmalar çoğaldı. Özellikle pandemiyle birlikte online yaratıcı yazarlık atölyelerine katılan yazar adaylarının çokluğu yazmaya ilginin arttığını gösteriyor.
Bu yazıda, TİDA’daki yazarlık atölyelerime katılan öğrencilerimin ve bana sosyal medya aracılığıyla ulaşan yazar adaylarının yaratıcı yazarlık üzerine sıkça sorduğu soruları bir araya getirip cevapladım. İyi okumalar ve yazmalar dilerim.
Kemal Oruç
TİDA Sanat Yönetmeni / Yazar
29.5.2021
1. Yaratıcı yazarlık nedir?
Yaratıcı yazarlık, bilgileri, kavramları, duyguları ve düşünceleri, yaratıcı imgelemeyle, daha önce kimsenin yapmadığı şekilde kurgulayarak özgün bir edebi eser yazma anlamına gelir. Roman, öykü, oyun, senaryo, masal, şiir, şarkı sözü, çizgi roman ve deneme yaratıcı yazarlık alanına girer.
Yaratıcı yazarlık, kişinin hiçbir etkiye gereksinimi olmadan, her an, herhangi bir şeyden yola çıkarak yeni bir eser yaratabilmesini sağlar.
2. Yaratıcı olmayan yazarlık olur mu?
Olur. Bunu anlamak için öncelikle yaratıcılık kavramını anlamlandırmak gerekir.
Yaratıcılık, var olan bilgileri, başkalarının yapmadığı şekilde işleyerek, bir problemi çözmek ya da işe yarar yeni bir şey meydana getirmektir.
Yaratıcılıktan bahsedince anlamlandırmamız gereken kavramlar ise imge ve imgelemedir.
İmge, bir nesnenin zihnimizde oluşan görüntüsü; imgeleme ise, zihnimizde oluşturduğumuz imgeler arasında ilişki kurma ve yeni düşünce/kavram üretme anlamına gelir. İmgeleme zihinde imge oluşturmaktan yeni bir şey yaratmaya kadar gider.
İmgeleme üçe ayrılır:
✧ Basit imgeleme
✧ Tekrarlayan imgeleme
✧ Yaratıcı imgeleme
Buna bağlı olarak yazarlığı da üçe ayırabiliriz:
✧ Basit yazarlık
✧ Tekrarlayan yazarlık
✧ Yaratıcı yazarlık
Basit imgeleme, zihinde oluşan basit imgenin somutlaştırılmasıdır.
Örneğin, zihnimizde “elma” imgesini oluşturup “elma” demek basit imgelemedir. Yaratıcılık gerektirmez.
Basit yazarlık, yaratıcılık gerektirmeyen yazarlıktır.
Örneğin, mahkemede konuşulanları yazan zabıt katibinin yaptığı iş basit yazarlıktır.
Tekrarlayan imgeleme, zihinde daha önce kurgulanmış imgelerin yeniden kurgulanarak somutlaştırılmasıdır.
Örneğin, yemeği tekrarlayan imgelemeyle yaparız. Yemeğin ilk yaratımı daha önce yapılmıştır. Bu yaratımı yeniden gerçekleştiririz. Yeniden yaratımda ise yapacağımız değişiklikler kısmi yaratıcılık içerir.
Tekrarlayan yazarlık, kısmi yaratıcılık gerektiren yazarlıktır.
Örneğin, tüm gün bir şeyler yaşadınız ve akşam evinize gidip bunları günlüğünüze yazdınız. Bir gazetecisiniz; var olan olayı haber metnine dönüştüreceksiniz. Bunlar kısmi yaratıcılık gerektiren işlerdir ve tekrarlayan yazarlıkla yapılır.
Yaratıcı imgeleme, zihinde oluşan imgeleri, daha önce kimsenin yapmadığı şekilde, birbiriyle ilişkilendirerek ortaya işe yarar yeni ürün koymaktır.
Örneğin, insanların işine yarayan yeni bir buluş yaratıcı imgele sonucunda ortaya çıkmıştır.
Yaratıcı yazarlık, bilgileri, kavramları, duyguları ve düşünceleri, yaratıcı imgelemeyle, daha önce kimsenin yapmadığı şekilde kurgulayarak özgün bir edebi eser yazma anlamına gelir.
Örneğin, roman, öykü, oyun, senaryo, masal, şiir, şarkı sözü, çizgi roman ve deneme yaratıcı yazarlık ürünleridir.
3. Yaratıcı yazarlık öğretilebilir mi?
Kişi yazarlığı keşfeder. Eğitim aldığınız kurum ya da kişi ise yazarlığı keşfetme sürecinizde size rehberlik eder ve bu sürecin daha sağlıklı olmasını sağlar. İyi bir kurum ya da kişi sizin motivasyonunuzu arttırır, öğrenme ortamı oluşturur; doğru bilgilere ve yöntemlere ulaşmanızı sağlar.
Yine de, siz kendinizi eğitmediğiniz sürece yazarlık yapamazsınız. Eğitim sürecinde verilen çalışmaları yapmazsanız eğitim sonunda alacağınız sertifikanın hiçbir işe yaramayacağını ve yazarlık yapamayacağınızı bilmeniz gerekir.
4. Yaratıcı yazarlık eğitimi nereden alınır?
Çeşitli ülkelerde lisans ve lisansüstü düzeylerde yaratıcı yazarlık bölümleri bulunmaktadır. Türkiye’de lisans ve lisansüstü dramatik yazarlık bölümleri yer almakta; yaratıcı yazarlık ise üniversitelerde kurs düzeyinde verilmekteydi. Günümüzde ise, yaratıcı yazarlık, lisans ve yüksek lisans programlarında ders olarak yer almaktadır.
Bunun dışında yaratıcı yazarlık üzerine çeşitli kurumların düzenlediği kurs, atölye ve seminerler bulunmaktadır. İlgi çeken yazarlık eğitimleri şunlardır:
Kemal Oruç / TİDA
Beliz Güçbilmez / Güçbilmez Atölye Eğitim ve Danışmanlık
Murat Gülsoy / Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi
Semih Gümüş / Notos Atölye
Irmak Zileli / Üretimhane
Ayşegül Kanat / Seyirevi Tiyatro ve Sanat Merkezi
Mario Levi / İstanbul Modern
Jale Sancak / Yengeç Sanat
Lüset Kohen Fins / İstanbul Drama Sanat Akademisi
Yeşim Cimcoz / Sanal Yazı Evi
Ferhat Uludere / Edisyon Evi
Fadime Uslu / Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı
5. Yaratıcı yazarlık eğitimleri bana ne kazandırır?
Bu eğitimler, yaratıcı yazarlık atölyesi, yaratıcı yazma eğitimi, yaratıcı yazım dersleri, kurmaca atölyesi, online yazarlık atölyesi vb. isimlerle yapılmaktadır.
Yaratıcı yazarlık eğitimlerinde doğru bilgilere ve kaynaklara ulaşırsınız. Yapacağınız uygulamalarla kendinizi nasıl geliştireceğinizi öğrenirsiniz. Yazım tekniklerini öğrenir, zamanla kendi tekniğinizi geliştirirsiniz. Yazmayı keşfetme sürecinizde size danışmanlık yapılır. Ayrıca edebi metinleri çözümleyerek okumayı öğrenirsiniz. Böylece her eser sizi yazar olarak eğitmeye devam eder.
6. Yaratıcı yazarlık eğitimi almak istediğimde nelere dikkat etmeliyim?
✧ İhtiyaç: Önce kendinizi gözden geçirin. Böyle bir eğitim almaya ihtiyacınız var mı?
✧ Zaman: Eğitim almak, kendinizi eğitmek ve yazmak için zamanınız var mı?
✧ Bütçe: Profesyonel eğitim almak istiyorsanız gideceğiniz kurumun, bütçenize göre, taleplerinizi karşılayabileceğinden emin olun. Eğitmen olmayan ünlü yazarların atölyelerine çok yüksek ücretler ödeyip atölye sonunda pişman da olabilirsiniz. Bir eğitimin pahalı olması onun kaliteli olduğu anlamına gelmez. Önemli olan içeriktir. Düşük bütçeye uygun iyi kurum, iyi eğitmen, iyi müfredat size çok daha faydalı olabilir.
✧ Eğitmen: İyi bir yazarın eğitmenliği kötü olabilir. Yazmak ve öğretmek iki ayrı iştir. Eğitim almak istediğiniz kurumdaki eğitmenlerin eğitimini, ne kadar süredir eğitmenlik yaptığını, yazarlık üzerine üretimlerini; özellikle kitap, makale, söyleşi ya da anlatıma dayalı ürünlerinin olup olmadığını araştırın. Eğitmenliği seven insan, sahip olduğu bilgileri bulduğu her alanda paylaşmayı sever.
✧ Müfredat: Alacağınız eğitimin müfredatının olması çok önemlidir. Bir eğitmen eğitim sürecini planlamayı bilmelidir. Örneğin, altı ay süren bir eğitimin, aylık, haftalık ve günlük planlar içeren müfredatı olmalıdır.
✧ Çalışma Planı: Eğitimin ne kadar süreceği ve ne şekilde ilerleyeceği önemlidir. Belirlenen gün ve saatte müfredatta yer alan konuların işlenmesi gerekir. Eğitim tamamlandıktan sonra ek süre ile içerik detaylandırılabilir. Yine de süreç uzatılıp sürekli aynı şeyler yapılıyorsa, o eğitime devam etmek zorunda değilsiniz.
✧ Çalışma Koşulları/Sözleşme: Bir ücret ödeyip alacağınız eğitimin çalışma koşullarının belirlenmiş olması ve bu çalışma koşullarının bir sözleşmeyle karşılıklı onaylanması önemlidir. Böylece kurumun/eğitmenin ve öğrencinin hakları korunmuş olur.
✧ Tutum: Kurumun ve eğitmenlerin öğrencilere karşı tutumu önemlidir. Kurumda daha önce eğitim almış olan öğrencilerin kurum, eğitmen ve eğitimle ilgili yorumlarını okuyun.
✧ Süreklilik: Eğitmenlerin sürekli derse girmesi, her öğrencinin gelişimini takip etmesi ve eğitim planlarını buna göre şekillendirmesi önemlidir.
✧ Katılım Belgesi: Aldığınız eğitimin süresini, içeriğini, eğitmenin adını içeren belgedir.
7. Sertifikam olmadan yazarlık yapabilir miyim?
Eğitim almanız ve kendinizi eğitmeniz önemlidir. Eğitim sonunda alacağınız sertifikanın niteliksel olarak yazarlık sürecinizde pek bir değeri olmayacağını bilmenizi isterim. Öyle olsa elinde yazarlık diploması ya da sertifikası olan herkes yazar olurdu. Edindiğiniz doğru bilgilerle ya sürekli yazarsınız ya da yazmazsınız; işte bütün mesele budur.
8. Online yaratıcı yazarlık eğitimlerinde verim düşüyor mu?
Yüz yüze yapılan tüm kuramsal çalışmalar ve uygulamalar online yaratıcı yazarlık atölyesinde de yapılmaktadır. Online platformlarda bilgiye hızlı bir şekilde ulaşma ve sunum çeşitliliği konusunda teknolojiden yararlanma yazarlık eğitimlerini çok daha verimli hale getirdi. Ayrıca, online atölyeler daha ekonomiktir ve her yerden bilgisayar, tablet ya da cep telefonuyla katılma imkanı zamandan tasarruf etmenizi sağlamaktadır.
9. Yaratıcı yazarlıkta yetenek ne kadar önemli?
Herkes yazabilir; doğru bilgiyle ve düzenli çalışarak. Yazma becerisi, dilin özelliklerini bilerek; okuyarak, araştırarak ve düzenli yazarak geliştirilebilir. Tembellik ise yazarlığın en büyük düşmanıdır. Yazabilmek için, yazın!
10. Ne yazmalıyım?
Yazmaya en iyi bildiğiniz konularla başlayın. Örneğin, öğretmenseniz okulda geçen öyküler yazabilirsiniz. Tabii, bunu yaparken etik kurallara uymak zorundasınız.
11. İçimden geldiği gibi mi yazacağım?
Bundan kastınız samimiyetse, evet, içinizden geldiği gibi yazın. Eğer kastınız “Ben herhangi bir şekilde başlayayım da, nereye giderse artık…” ise muhtemelen yarı yolda kalacaksınız ya da çok geç tamamlayabildiğiniz metin dağınık olacak.
İçinizde ne olduğu da çok önemli. Bu yaşınıza kadar ne biriktirdiniz? Dil bilgisi, edebiyat, sosyoloji, psikoloji, felsefe, kültür, matematik, sanat ve estetik üzerine içinizde ne var?
12. İlk cümleyi bir yazsam gerisi gelecek aslında… Ne yapmamı önerirsiniz?
İkinci cümleden başlayın. Daha sonra, gerekirse, ilk cümleyi yazarsınız.
13. Yazmak için duygusal coşkunluk yaşamayı bekliyorum. Bu doğru mu?
Şu iki soruya dikkat edin:
✧ Öfkeliyken önemli kararlar alır mısınız?
✧ Önemli olan sizin duygulanmanız mı yoksa okurun duygulanması mı?
Kendiniz için yazıyorsanız (günlük gibi), istediğiniz kadar duygusal coşkunluk yaşayın ve istediğiniz gibi yazın. Sonuçta o metni sizin dışınızda kimse okumayacak. Başkaları okusun diye yazıyorsanız, başkalarının nasıl okuyacağını ve okurken ne yaşayacağını düşünerek yazmalısınız.
Aklınızla yazın! Bir yazar olarak işiniz, aklınızla duyguları kontrol etmek ve onları metninizde gerektiği gibi kullanmaktır. Duygular zaten her an ortaya çıkmaya hazırdır. Ne kadar tasarım yaparsanız yapın, yazmaya başladığınızda duygular da kendiliğinden metnin içine sızmaya başlar.
14. Duyguları nasıl yazacağız?
Önemli olan duyguyu değil, duyguyu ortaya çıkaran eylemleri yazmaktır. Okuru duygulandıran da bu eylemlerdir.
Örneğin, bir arkadaşınız yanınıza gelip salya sümük ağlamaya başladığında, üzgün olduğunu elbette anlarsınız ama ona hep dışarıdan bakar ve bu durumuna anlam vermeye çalışırsınız. Bu nedenle “Ne oldu, anlatsana.” dersiniz. Ancak anlattığında onunla empati kurmaya başlar ve siz de işin içine girip o duyguyu yaşayabilirsiniz.
15. Esin perim neden gelmiyor?
Esin perisi diye bir şey yoktur. Bu olsa olsa yazar olmaya çalışan tembellerin uydurması ve çalışmama bahanesidir. Odaklanmanız gereken kelime esinlenmedir. Esin gökten inmez, yerden bitmez, birdenbire karşınıza çıkmaz. Var olabilmek için bir alt yapıya muhtaçtır. Esinlenme süreci işçilik gerektirir.
16. Esinlenme ne demektir?
Esinlenme, yazarın bir etkiyle birlikte yeni eser yaratmak için çalışması; bilgi edinme, imgeleme, araştırma, düşünme, gözlemleme, öykünme ve not alma yoluyla kendini sürekli beslemesi demektir.
17. Romanımı bir oturuşta yazmam mümkün mü?
Birden gelen enerjiyi (yazma isteğini) esinlenme sürecine dönüştürmek gerekir. Aksi takdirde yazılanlar ham kalacaktır. Metni bir çırpıda yazıp bitirmiş olmanız sorundur. Bu yazdıklarınızın çoğunun ortaya kontrolsüz çıktığını gösterir. Bu durumda karmaşık bir düzenleme sürecinde yazdıklarınızın önemli kısmı çöpe gidecektir. Yapılması gereken planlı ve kontrollü yazımdır. Metni tamamladıktan sonra birkaç gün ara verin ve onu düzenlemek/geliştirmek için yeniden ele alın. Metnin son hali düzenleme ve geliştirme sürecinin sonunda ortaya çıkar. Yazdıklarınızı silmekten korkmayın. Emin olun, yeniden yazım her zaman daha iyi olur.
18. Kafamda her şeyi tasarlıyorum ama ellerim bir türlü işlemiyor. Neden?
Yazı hayal kurarak yazılmaz; yazarak yazılır. Hayallerinizi somutlaştırmak zorundasınız. Yazmak zihinsel olduğu kadar fiziksel bir iştir. Bedeninizin de yazmaya hazır olması gerekir. Bir sporcu gibi, sürekli antrenman yapmalısınız. Her gün belli bir süre düzenli yazın; ne yazarsanız yazın ama mutlaka yazın. Bedeniniz zihninizde oluşturduğunuz tasarımları yazmaya alışsın.
19. İlk eserimin mükemmel olmasını istiyorum. Mümkün mü?
Belki… Çok düşük ihtimal… Sorunuzu bir de şöyle düşünün:
“Sahaya, hayatımda ilk kez, Şampiyonlar Ligi’nde çıkmak ve beş gol atmak istiyorum. Mümkün mü?”
Yazarlığın tüm gereklerini yerine getirip düzenli yazdıkça yazarlığınız iyileşir.
20. Bir yazar neden tıkanır?
Bir yazarın / yazar adayının tıkanma sebepleri şunlar olabilir:
✧ Yazım dilini bilmemesi
✧ Yazma alışkanlığı olmaması
✧ Dilin özelliklerini bilmemesi
✧ Yazım tekniklerini bilmemesi
✧ Yola haritasız çıkması / taslak hazırlamamış olması
✧ Çalışma planı olmaması
✧ Taslağa %100 bağlı kalmaya çalışması
✧ Günlük dilde çok az kelime kullandığı için kullanabileceği kelime sayısının azalmış olması
✧ Mükemmeliyetçi olması
✧ Kendine güvenmemesi
✧ Eleştirilmekten korkması
✧ Kontrolsüz yazması
✧ Aşırı kontrollü yazması
✧ Yazmaya değer gördüğü bir konu bulamaması
✧ Karakterlerini tanımaması
✧ Duygularını kontrol edememesi
✧ Zihinsel olarak odaklanamaması
✧ Bedeninin yazmaya alışık olmaması
✧ Bedeninin izin vermemesi (hastalık, yorgunluk, üşüme vs.)
✧ Yazmaya çalıştığı alanla ilgili bilgisinin yetersiz olması
✧ Fiziksel ortamın uygun olmaması (ışık, ısı, ses vs.)
✧ Tükenene kadar yazması ve bir sonraki gün ne yazacağını bilmemesi
21. Yazmaya başladım ama bir yerde tıkanıp kaldım. Ne yapmalıyım?
Bir önceki sorunun cevabındaki bütün maddeler geçerli olabilir ama en önemli sebebi şudur: Taslağınızın ve çalışma planınızın olmaması. Kurmaca metni yazmak için belli bir aşamayı adım adım gitmek gerekir. Birdenbire bütün bir metni yazmaya çalışmak, büyük bir pastayı tümüyle yutmaya çalışmak gibidir. Oysa pastayı dilim dilim hatta lokma lokma yemek gerekir. Daha yolun başında bütün yazma sürecinizin planını yapmalısınız. Bir taslak çıkarmalı ve taslağınızı geliştirmek için sürekli notlar almalısınız. Eserin nasıl biteceğine yazmaya başlamadan önce karar vermelisiniz. Bir temanızın olması, bu tema üzerine kurulmuş, başı, ortası, sonu belli olan özetinizin ve özelliklerini iyi bildiğiniz hedef kitlenizin olması çok önemli. Karakterlerinizi de eseri yazmaya başlamadan önce tasarlamalısınız. Böylece karakterlerinizi, belirlediğiniz koşullara göre, istediğiniz gibi yönlendirebilirsiniz.
Ayrıca, çeşitli alanlarda kendinizi donatmanız; düzenli olarak, edebiyat, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve politika üzerine kitaplar / makaleler okumanız gerekir.
22. Bir kitap bastırdım ama ikinci kitap için ne yazacağımı bilmiyorum. Ne yapmalıyım?
İlk kitapta bütün kişisel kaynaklarınızı tüketmiş olabilirsiniz. Yaratıcı yazarlık da işte burada başlıyor. Böyle durumlarda kendinizi yaratıcı yazar olarak eğitmenizi; mümkünse iyi bir yaratıcı yazarlık atölyesine katılarak yazarlığı keşfetme sürecinizi iyileştirmenizi tavsiye ederim.
Dünya tek kitaplı yazarlarla dolu. Bu ilk kitapların çok azı kurmaca; çoğunlukla kişinin anılarından, serzenişlerinden ya da aforizmalarından oluşuyor. Şiir kitabı çıkaranlar da var. Bu kitaplar çoğunlukla yazarın kendi imkanlarıyla bastırdığı kitaplar. İyi bir editörle çalışılmadığında bolca yazım yanlışıyla yayımlanır.
Artık günümüzde, içeriği iyi olsa bile, büyük bir tanıtım bütçesi yoksa bu ilk kitapların çoğu depolarda çürümektedir. Bir yazarın adı, yeni kitapların kapağında yazmaya devam ettikçe ve bu kitapların tanıtımı düzenli yapıldıkça okurların ilgisini çekmeye başlar.
23. Yazma alışkanlığımı nasıl geliştiririm?
Bir sporcu gibi her gün antrenman yapın. Örneğin, her gün 2 sayfa ya da 1 saat boyunca yazın. Antrenman yaparken istediğinizi yazın. Duygularınızı yazın. Uçan kuşları yazın. Uzaylıların ne zaman geleceğini yazın. Günlük hedefinize ulaşana kadar yazın. Antrenmanda saçmalayabildiğiniz kadar saçmalayın; ta ki maça çıkana kadar. Her gün böyle çalışırsanız okurlar için yazmaya başladığınızda anlamlı bütünlüğü olan metinleri kolayca yazabilirsiniz.
Aklınızla okuyun ve aklınızla yazın!
24. Yazmaya başlamadan önce taslak hazırlamak neden önemli?
Yola haritasız çıkarsanız ya kaybolursunuz ya da gitmek istediğiniz yere çok geç ulaşırsınız. Eseri yazmaya başlamadan önce taslak ve çalışma planı oluşturmak çok önemlidir. Bu ön çalışma eserinizi belirlediğiniz süre içinde ve istediğiniz nitelikte yazmanızı sağlar.
25. Bir kurmaca eserin taslağında neler yer alır?
✧ Konu
✧ Tema
✧ Amaç
✧ Hedef
✧ Hedef kitle
✧ Özet
✧ Karakterler
✧ Çatışmalar
✧ Koşullar
✧ Atmosfer
✧ Öykünün türü
✧ Zaman
✧ Mekan
✧ Kullanılacak teknikler
✧ Bakış açısı
✧ Anlatım dili
✧ Anlatım türü
✧ Yaklaşım
✧ Bölüm sayısı
✧ Yaklaşık sayfa sayısı
✧ Durumlar ve olaylar
✧ Alt metin
✧ Semboller
✧ Alan bilgisi
✧ Kavramlar
✧ Notlar
26. Yazacağım eserin bir mesajı olmak zorunda mı?
Olmasa da olur ama olursa çok daha iyi olur. Toplumsal derdi olan metinler daha güçlüdür. Teknik olarak cevaplamak gerekirse; burada odaklanılması gereken kelime ‘tema’dır. Her eserin bir teması vardır. Tema (önerme) eserin özünün bir cümle ile ifade edilmesidir. Bu cümle eserin ana fikrini de ortaya koyar. Yazar eseri bu tema üzerine kurar. Tema belirlenen konuya dair öneri ya da savunmayla oluşur. Örneğin konumuz “özgürlük” ise temamız “Adaletin olmadığı yerde özgürlük yoktur.” olabilir.
Kısa öykülerde bir ana tema olması yeterlidir. Romanda ise ana temanın yanında iki yan temaya da yer verebilirsiniz. Yan temalar her zaman ana temaya hizmet etmelidir.
27. Bütün karakterlerim aynı şekilde konuşuyor. Ne yapmalıyım?
Karakterlerleri tüm ayrıntılarıyla yaratın ve bütün karakterlerin kendine has özelliklere sahip olmasını sağlayın. Ayrıca karakterlerin ses yapısını da hayal edin. Böylece her birini konuştururken ses farklılıkları karakterlerin kendine has özelliklerini size hatırlatacaktır.
28. Nasıl karakter yaratırım?
Karakter, yazacağınız eserde yol arkadaşınız olacak. Yol arkadaşınızı ne kadar iyi tanırsanız onunla yaşayacağınız serüven o kadar iyi ve güvenli olur.
Daha en başında, taslak oluştururken, öykü belirmeye başladığında karakterler de kendini göstermeye başlar. Öykünüzü en iyi şekilde anlatacak olan karakterlere karar verdikten sonra karakterlerin özelliklerini tüm ayrıntılarıyla belirleyin.
Karakteri içsel, dışsal ve çevresel özellikleriyle yaratırız:
✧ Fizyolojik/ biyolojik özellikler; oyun kişisinin görünüşünü, hareketlerini,
✧ Psikolojik özellikler; düşüncelerini, anlayışlarını, akıl düzeyini ve baskın duygularını,
✧ Toplumsal özellikler; sosyo-ekonomik ve kültürel durumunu, çevresel faktörlerden etkilenişini, ilgi alanlarını gösterir.
29. Yarattığım karakter değişim göstermeli mi?
Zaman, mekan, şartlar ve etkiler değiştikçe karakterin davranışları da değişecektir. Bir karakterin birçok farklı sosyal rolü vardır. Kimi insanlar arkadaşlarının yanında (arkadaş rolünde) çok sıcakkanlı ve espriliyken iş ortamında (mesleki rolde) çok ciddi olabilir. Bu davranışları belirleyen etken çoğunlukla sosyal rolüdür. Karakter, sosyal rolüne ve etkilenişine göre diğer karakterlerle etkileşime girdiğinde davranışlarında değişim gözlenir. Her karakterin her bölümde, içinde bulunduğu şartlara göre hangi sosyal rolüne büründüğünü belirlemek ve davranışlarını ona göre tasarlamak önemlidir.
Özellikle ana karakter eserin sonunda, bütün yaşantılarıyla birlikte, değişmiş olmalıdır.
30. Bütün karakterlerin özelliklerini detaylıca belirlemek zorunda mıyım?
Diyelim ki eserinizde sekiz karakter var ama sadece üçü çok önemli. Bu üç karakteri bütün detaylarıyla yaratmalısınız. Diğer karakterlerin özelliklerini ise kısaca belirleyebilirsiniz.
31. Nasıl çatışma yaratırım?
Karakterin bir hedefi vardır. Bu hedefe ulaşmada çeşitli engellerle karşılaşır, çatışmalar ortaya çıkar; o engelleri aşmak için, içinde bulunduğu şartlara göre hareket eder, engelleri aşar ve hedefine ulaşır. Bu süreçte karakter değişime uğramıştır. Karakterin iç ve dış çatışmalarını taslak aşamasında belirlemek gerekir.
İç Çatışma
✧ Kendisiyle olan çatışmaları (Kararsızlık, başarısızlık, kendine kızma vb.)
Dış Çatışma
✧ Karakter – Karakter (İşçi – patron)
✧ Karakter – Koşul (İklim, kanunlar, ekonomi, hastalık)
✧ Karakter – Mekan (Çöl, okyanus, hapishane)
32. Okuduğum eserlerden etkilenmekten çok korkuyorum. Ne yapmalıyım?
Hayatta her şeyden etkilenebiliriz. Ürettiğimiz her şey de bizim tepkimizdir. Elbette bu etkileniş bir eseri kopyalamak anlamına gelmez. Amacımız etkilendiğimiz bir ya da birçok şeyden yola çıkıp özgün bir eser ortaya çıkarmaktır. İyi kurmaca eserler size derinlik kazandırır; yazacağınız eserlerin içeriğinin zengin ve daha estetik olmasını sağlar.
33. Yazım kurallarına dikkat etmek zorunda mıyım?
“Ben kafama göre yazarım. Editör düzeltsin.” diye düşünüyorsanız üç şeyle karşılaşırsınız:
✧ Yayınevi dosyayı alır, sıklıkla yaptığınız basit hataları görür ve dosyayı rafa kaldırır.
✧ Ortalama bir yayınevinin editörü kitabınız üzerinde yarım yamalak çalışır ve tonlarca hatayla kitabınız basılır.
✧ Yüklü para karşılığında iyi bir bağımsız editörle anlaşırsınız ve o kitabınızı yayımlanacak hale getirir.
Önerim şudur: Eğer yazar olmak istiyorsanız dil bilgisini çok iyi bilmek zorundasınız.
34. Bir editörle çalışmak neden önemlidir?
Yazar titiz bir eser çıkarmak için elinden geleni yapar. İyi editör de eseri neredeyse hatasız bir kitaba dönüştürür. Bu süreçte;
✧ Kitabın bütünlüğünü sağlar.
✧ Yazım ve dil bilgisi hatalarını giderir.
✧ Mantık ve kurgu hatalarını giderir.
✧ Metnin akıcı olmasını sağlar.
✧ Eserin adı ve bölüm başlıkları konusunda yönlendirici olur.
✧ Eser içindeki verilen bilgilerin doğruluğunu teyit eder.
✧ Yazarı kitabın piyasaya uygunluğu konusunda yönlendirir.
✧ Kitabın tasarımı konusunda öneride bulunur.
✧ Tasarımcılarla, fotoğrafçılarla, yayıncılarla ve reklam temsilcileriyle iletişime geçip iş birliği yapar.
✧ Kitabın tanıtım yazısını hazırlar.
35. Roman yazdım. Değerlendirmesi için kime göndereyim?
Bir editörle anlaşın.
36. Minimal (küçürek) öykü, çok kısa öykü, kısa öykü, öykü, novella ve roman kaç kelimeden oluşur?
Elbette bir eserin boyutu içeriğiyle belirlenir. Yine de yardımcı olması için niceliksel özellikleri size sunmak isterim. Dünyanın çeşitli yerlerinden yazarlar ve kuramcılar farklı kelime sayıları belirtmektedir. En çok bilinenler aşağıdaki gibidir:
✧ Minimal öykü 1 cümleden oluşabilir. 100 kelimeye kadardır.
✧ Çok kısa öykü 100-2000 kelime arasında olur.
✧ Kısa öykü 2000-3000 kelime arasında olur.
✧ Öykü 3000-20.000 kelime arasında olur.
✧ Novella 20.000-50.000 kelime arasında olur.
✧ Roman 50.000 kelimeden başlar.
37. Bir A4 sayfası kaç kitap sayfasına denk geliyor?
Bu kitabın boyutuna, kullanılan puntoya, kenar genişliklerine göre değişir. Standart roman ölçüsü 13×19,5 cm olarak bilinir. 12 punto New Times Roman yazı karakteri ile ve 1,5 atlamayla yazdığınız 1 A4 sayfası yaklaşık 1,5 kitap sayfasına denk gelir.
38. Eserimin telif hakkını nasıl alırım?
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa göre, eseriniz yaratıldığı andan itibaren doğal bir korumadan yararlanır. Telif Hakları Genel Müdürlüğü eserin herhangi bir kuruma kayıt (tescil) ettirilmesine ya da onaylattırılmasına gerek olmadığını; eserin korunması için sahibinin özelliğini taşıması ve yasada sayılan eser türleri kapsamında olması gerektiğini belirtmektedir.
Telif Hakları Genel Müdürlüğü (www.telifhaklari.gov.tr) eserinizi isteğe bağlı tescil eder. Ayrıca eserinizin her sayfasının noterde tasdik ettirebilirsiniz. Elbette bu masraflı olacaktır. Masrafı azaltmak için yazı puntosunu küçültüp sayfa sayısını azaltabilirsiniz. Daha az güvenli, masrafsız ya da az masraflı yöntemler de var: Eserin çıktısını mühürlü kapalı zarfta kendinize postalayın ve zarfı hiç açmayın. Eserinizi kendinize e-posta ile gönderin ve hiç silmeyin.
Eserin telifle korunma süresi, eser sahibi yaşadığı sürece ve ölümünden itibaren 70 yıldır.
39. Yazdıklarımı nasıl yayımlayabilirim?
✧ Öykünüzü dergilere e-posta ya da mektup yoluyla gönderebilirsiniz. Öykünüz kriterlerine uyuyorsa yayımlarlar.
✧ İyi edebiyat sitelerinde yayımlatabilirsiniz.
✧ Bir blog açarak öykülerinizi orada yayımlayabilirsiniz.
✧ Öykülerinizi ya da romanınızı kitap olarak bastırmak istiyorsanız bir yayıneviyle anlaşmalısınız.
✧ Oyun yazdıysanız tiyatrolara gönderin.
✧ Senaryo yazdıysanız mümkünse yönetmene, değilse yapım şirketlerine sunabilirsiniz.
40. Yaratıcı yazarlık üzerine kitap önerir misiniz?
“Yazar Adayları İçin Kitap Okuma Rehberi” adlı yazımı www.tidayayinlari.com.tr adresinden okuyabilirsiniz.
Yazıdaki kitap kategorileri:
Yaratıcı Yazarlık, Edebiyat Bilimi, Eleştirel Okuma, Estetik, Dil Bilgisi, Kurgu, İmgelem, Çocuk, Genç, Roman, Deneme, Biyografi, Anı, Şiir, Oyun Yazarlığı, Senaryo Yazarlığı, Eleştiri, Akademik Yazarlık, Blog Yazarlığı, Gazetecilik, Reklam Yazarlığı
29.5.2021
Bu yazı, TİDA adına, Kemal Oruç tarafından yazılmıştır. Yazarın yazılı izni olmadan, bir kısmı ya da tamamı, hiçbir yerde yayımlanamaz.
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.
Çetin Zor “Duman” adlı öyküsüyle Tida Yayınları’nda.
İyi okumalar dileriz.
www.tidayayinlari.com.tr
“Kemal Oruç ile Online Yaratıcı Yazarlık Atölyesi”nde yazarlık, anlatım ve doğaçlama becerimizi geliştiren çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmaları yaparken birçok sanat dalından yararlanıyoruz. Sürekli fikir üretiyoruz, usta yazarların eserlerini yorumluyoruz, öyküler yazıyoruz; bu öykülerin sunumunu ve doğaçlamasını yapıyoruz.
Süreç: 1. Aşama / 12 Hafta / Haftada 1,5 Saat
Başlangıç: 17 Ocak Pazar, 15.30
Eğitmen: Kemal Oruç
Uygulama: Zoom (Canlı, Uygulamalı)
Kazanımlar
çocuk, çocuklar için, çocuklar için atölye, çocuklar için kurs, çocuk atölyeleri, çocuklar için uzaktan eğitim, uzaktan eğitim, oyun, yaratıcı drama, yaratıcılık, yazarlık, yaratıcı yazarlık, çocuklar için yaratıcı drama, çocuklar için yaratıcılık atölyesi, çoklu zeka, sanat, sanat eğitimi, dikkat ve odaklanma, çocuk sınıfı, empati, iletişim becerileri, çocuk gelişimi, tiyatro, rol becerileri, doğaçlama, kendini ifade etme, kişisel gelişim, konsantrasyon, çocuklar için yazarlık, çocuklar için yaratıcı yazarlık, çocuklar için uzaktan eğitim, çocuklar için hikaye anlatımı, çocuklar için online atölyeler, çocuklar için online kurslar, çocuklar için online kurslar, çocuklar için yazarlık eğitimi, çocuklar için yazarlık kursları
KADER’İN ADALETİ
Özlem Er
Kader gökten boşalırcasına yağan yağmur altında adliyenin otoparkındaki aracına ulaşmaya çalışıyordu. Yazın son günleriydi, yağan yağmur ve ıslanmış gömleğini sıyıran hafif rüzgâr kışın habercileri gibiydi. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı. Oysa gün güzel başlamış, güzel devam etmişti. Hiç olmadığı kadar davalar yolunda gitmişti, gün içinde verdiği üç karardan da emindi. Eve ulaşıp kahvesiyle köşesine çekildiğinde daha iyi hissedeceğini biliyordu. Saatini kontrol etti, acele etmezse köprü trafiği bu hayallerini birkaç saat öteleyebilirdi. Adımlarını sıklaştırdı.
Köprüyü geçerken gözü arabanın saatine takıldı: 18:18. “Hah, reşit de oldum.” dedi ve kendi kendine gülümsedi. Sonra birden yıllar yıllar önceki gerçek on sekizinci doğum gününü hatırladı. O gün Ankara Hâkim Evi’nde babasıyla yemek yemişlerdi. Babası Ankara’nın sevilen hakimlerinden biriydi ve Kader’in de kendisi ile aynı yolu seçmiş olmasından çok gurur duyuyordu. Hâkim Evi’ndeki arkadaşlarına “İşte benim hayattaki en büyük eserim. Ben emekli olsam bile, o adalet dağıtmaya devam edecek.” demişti. Kader’in bugün en saygın hakimlerden biri olmasının tohumları zihnine o gün atılmıştı. Ticari hukuk, medeni hukuk hiçbir zaman ilgisini çekmemişti, o ağır cezaların karar vericisi olmalı, suçluları hapse, suçsuzları ailelerine ulaştırmalıydı. Bu ateşten bir gömlek ise, bu gömleği sadece Kader giyebilirdi.
Kader’in hukuk fakültesinden birincilikle mezun olması tesadüf değildi. Annesini küçük yaşta kaybettiği için, Kader’in tüm hayatı adliyelerde geçmişti. Mübaşirler oyun arkadaşları, savcılar ablaları/ağabeyleri olmuştu. Babasının çalıştığı her adliyede kısa sürede maskot haline gelirdi. Babasının cübbesini giyer, eline bir kalem alır, babasını taklit ederdi: “Gereği düşünüldü.” Babası mahkeme salonuna girdiğinde, o da kitabını alır, mahkeme salonunun kapısında otururdu. Dava aralarında arada açılan kapıdan babasına hayranlıkla bakardı. Liseye geldiğinde ise artık davaları anlamaya başlamıştı. Okuldan doğrudan babasının yanına gider ve akşam olmasını iple çekerdi. Çünkü akşam olup el ayak çekilince babası sadece ona kalırdı. Yemeği hızla yer, birer kahve alıp, karşılıklı berjer koltuklara otururlardı. Kader’in en keyif aldığı saatlerdi bunlar, babası ona o günkü davaları anlatırdı. Bu tecrübe ile meslek hayatında basamakları çok hızlı tırmandı, gerek kendi davaları gerekse da kendisine danışılan vakalar ile yıllar içince binlerce insan hakkında karar verdi ve her gün gönül rahatlığıyla yastığa başını koydu. Karar vermek onun için kolaydı, suç ve suçlu belli, delil net ise, karşılığındaki cezayı yasalardan seçip dosyayı kapatmak yeterliydi. Adalet keskin bir bıçak, hâkim de bu bıçağı doğru yere saplayan olmalıydı.
***
Evin kapısını Saadet Hanım açtı. Saadet Hanım yirmi yıldır yanlarında çalışıyordu, evin tüm işlerini yapıyor, Kader eve geldiğinde kahvesini ikram edip, akşam yemeğini hazırlıyor ve kendi fakirhanesine doğru yola çıkıyordu.
“Merhaba Saadet Hanım. Nasılsın?”
“Sağ olasın hanımım. Beyimiz bugün şehir dışındaymış. Size tepside mi hazırlayayım yemeğinizi?”
“Sen zahmet etme Saadet Hanım. Akşam üstü bir şeyler atıştırdım, pek aç değilim. Ben daha sonra kendim hazırlarım. Sen bir kahve suyu koy, sonra çık. Günler kısalıyor, hava erken kararmaya başladı, malum yolun uzun.”
Kader yağmurdan ıslanmış gömleğini çıkarırken, ağır şehir kokusu burnuna geldi. Sanki tüm şehrin pisliği yağmurla birleşmiş, gömleğine yapışmıştı. Bir an ikisi çocuk toplam beş kişiyi hunharca katleden İdris gözünün önüne geldi. Dava tam dört yıl sürmüştü, DÖRT YIL… Ve sonunda bugün karara bağlanmıştı. İdris’in davalar boyunca aklanmak için yapmadığı kalmamıştı; sanki zil zurna sarhoş olup arabaya binen sonra da E5’e çıkan o değilmiş gibi, her davada masum, temiz, pişman maskelerini takmış, Kader’in gözünün içine bakamamıştı. Ama Kader bu numaraları yememiş, toprağın altından adalet çağrılarını işitmiş ve İdris yirmi beş yıl hapis cezası almaktan kurtulamamıştı. “Sanki toprak kokuyorum, bir duş yapsam iyi gelir.” diye düşündü ve suyun ısınması için musluğu açtı.
***
Gözünü açtığında ilk olarak gümüş gri bir tavan gördü. Garip bir huzur ama aynı zamanda bir boşluk hissi vardı. Gözleri biraz daha netleştiğinde hiç tanımadığı bir odada olduğunu fark etti. Bir yatak vardı, sanki bir hastane odası gibiydi. “Neredeyim ben? Burası neresi?” Zihnini zorlayarak neler olduğunu hatırlamaya çalıştı, en son duşa girmişti. “Herhalde düştüm, beni hastaneye getirdiler.” diye düşündü. Ama kim getirmişti? Saadet Hanım çıkmıştı, Ümit şehir dışındaydı. Ayrıca hiçbir yeri acımıyordu, serum falan da takılı değildi. Bomboş bir oda…
Derken “Kader” diyen bir ses işitti.
“Neredeyim ben? Siz kimsiniz? Burası neresi? Eşim nerede?”
“Tüm sorularının yanıtı kendinde.”
“Nasıl yani? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. En son duşa giriyordum, sonra burada uyandım.” “Uyandın mı gerçekten? Bizce halen uyuyorsun.”
“Ne demek şimdi bu? Lütfen bana bir yetkiliyi çağırır mısınız? Artık bu oyundan sıkılmaya başladım.”
“Buradaki en yetkili kişi sensin. Tek karar vericisin. Sen kararını vereceksin, biz uygulayacağız.”
Kader yataktan fırladı, amacı kapıdan çıkıp gitmekti. Ama bir anda şoka uğradı, odanın bir kapısı yoktu! Pencereye koştu ve aşağıya baktı. Etrafında sadece bulutlar vardı. O an korkmaya başladı. “Ölüm bu mudur?” diye içinden geçirdi.
“Hayır, ölüm bu değil.”
“Anlamadım, ben konuşmadım ki?”
“Burada sır olmaz çünkü sadece sen varsın.”
“Biraz önce sen en yetkilisin, sen söyleyeceksin biz yapacağız dediniz. Şimdi tek başınasın diyorsunuz.”
“Sen ve biz varız, ama biz biziz zaten, sen de sen. Yani sen yalnızsın.”
“Benden ne istiyorsunuz?”
“Sonunda asıl konuya geldik. Bizim elimizde üç dosya var, ama içinden çıkamadık. Sen karar ver istiyoruz. Adaletine güveniyoruz.”
“Sonra gidebilecek miyim?”
“Zaten gelmedin ki. Kararı verip uyanacaksın o kadar.”
Kader derin bir çaresizlik hissetti. Başı dönüyordu, ağzı kurumuştu. “Rüya görüyor olmalıyım.” diye düşündü. Çok garipti, daha önce binlerce kez rüya görmüş ama rüyada olduğunu hiç fark etmemişti. Gözlerinin karardığını hissedince yatağa uzandı. “Bir rüyadan uyanmanın yolu tekrar uyumak olmalı.” dedi, gözlerini kapadı.
***
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu ama Kader gözlerini açtığında yine o gümüş renkli tavanı, kapısız odayı ve pencerelerdeki bulutları gördü. Bu girdaptan uyuyarak kurtulamayacağına artık ikna olmuştu. O derin ses yine konuşmaya başladı: “İkna olmana sevindik Kader. Dediğimiz gibi uyanmak istiyorsan bir karar vermen gerekli.”
Kader artık teslim olmaya karar verdi, aklı bir oyun oynuyorsa o da oyuna uygun davranacaktı. “Peki, başlayalım o zaman.” dedi Kader ve sesin cevap vermesini bekledi.
“Tek bir kuralımız var: Elinde o dosyadaki kişinin ihtiyacını giderecek her şey sınırsız. Ancak bu hakkı sadece bir dosya için kullanabilirsin. Hakkı o dosya için kullandığında neler olacağını sana vereceğiz, aynı şekilde kullanmadığında da sonuçlarını biliyor olacaksın. Son bir kural, mutlaka hakkı bir dosya için kullanmalısın, kullanmadığın takdirde uyanamazsın.”
Kader’i bir korku kaplamıştı ama anlam veremediği garip bir de huzur vardı. Aklından bir sürü soru geçiyordu ama cevaplarını bilmemesine rağmen sanki biliyormuş gibi hissediyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemişti. İçinin geçtiğini hissetti ve gözleri kapandı.
…
Bir ambulans sesi ile irkildi, gözünü açtığında gecekondu benzeri bir evin önünde durduğunu fark etti. Etrafını kontrol etti ama hiç tanıdık bir yer göremedi. Evin kapısının önünde yıpranmış ve kapının etrafına dağılmış üç çift çocuk terliği fark etti. Kapının sağında suntadan yapılmış ama yağmurdan kabarıp solmuş, kırmızı boyalı bir ayakkabılık vardı. Pencereler açıktı ve birinin içinden yırtık, pembe bir tül dışarı sarkıyordu, tül sanki kaçmak istemiş ama kornişler onu içeride tutmuştu, sonunda pes edip kendini dışarı sarkıtmıştı. Kader kapıyı tıklatmak istedi, ama kapı kendiliğinden açılıverdi. “Merhaba. Kimse var mı?” diye seslendi ama hiç cevap alamadı. Engel olamadığı bir dürtüyle siyah topuklu ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Küçük bir koridordan geçti ve solunda minicik bir oda fark etti. İçeride kimse yoktu, sadece üç katlanmış döşek ve bu döşeklerin konduğu ahşap bir masa vardı. Biraz daha yürüdü, sağında altından yeşil saten görünen, dantelli, çift kişilik yatak örtüsünün ucunu gördü. Yatak başında bir çalar saat vardı, saat yedi buçuktu, ama saniyesi çalışmıyordu. “Merhaba. Kimse var mı? Ben Kader.“ diye seslendi. Ama yine cevap yoktu.
Birden yine tanıdık o sesi duydu.
“Gülbeyaz’ın evine hoş geldin.”
“Gülbeyaz da kim? Niye buradayım?”
“Sana sunacağımız ilk vaka, Gülbeyaz. Burası da onun marangoz kocası ve üç çocuğu ile birlikte yaşadığı evi.”
Kader yeni bir rüyaya geçtiğini sanmıştı ama görünüşe göre kâbus devam ediyordu. Ses, tüm soğuk ve resmi tarzıyla konuşmaya devam etti.
“Gülbeyaz, otuz üç yaşında, üç çocuk annesi. Kocasıyla severek ve ailesi izin vermediği için Mardin’den Konya’ya kaçarak evlenmiş, dolayısıyla anne ve babası tarafından reddedilmiş hatta ölümüne karar verilmiş bir kadın. İlk yıllar mutlu bir evliliği vardı, ancak zamanla geçim sıkıntısı yuvanın üstüne bir karabasan gibi çöktü. Gülbeyaz da gündelikçi olarak çalışmaya başladı ancak daha sonra temizliğe gittiği bir evin ikinci kattaki camından düşerek sakatlandı hem yürüyemez hem de çalışamaz hale geldi. Böylece evin geçimi tamamen günü birlik, küçük ahşap işleri yapan kocasının eline kaldı. Sakat bir eş ve üç çocuğun ekonomik yükü altında ezilen kocası, kurtuluşu alkolde aradı ve her akşam eve sarhoş gelmeye, daha sonra da sırtında bir kambur olarak görmeye başladığı Gülbeyaz’ı ve çocuklarını dövmeye başladı.”
Kader bir yandan sesi dinleyerek koridorda salona doğru yürümeye devam etti. Salona girdiğinde kanepede yatan ve yemenisini gözlerine sımsıkı bastırmış, bacaklarını battaniye ile örtmüş bir kadın gördü. Kadın sanki donup kalmıştı, bir fotoğraf sahnesinde gibiydi. Sonra arkasını döndü ve odada aynı şekilde donup kalmış üç çocuk daha fark etti. Biri camın kenarındaki masadan dışarı bakan dokuz on yaşlarında bir kız çocuğuydu. Diğer ikisi masa ile kanepe arasındaki halıda oturan dört beş yaşlarında iki erkek çocuğuydu. Kader Gülbeyaz’a biraz daha yaklaştığında kollarındaki morlukları ve üst dudağındaki yarığı fark etti. “Gülbeyaz bu olmalı.” dedi. “Ellerin kırılsın. Nasıl da morartmış!”
Kader artık garipseme duygularından arınmış, içini öfke ve acıma arası bir duygu kaplamıştı. Kadına şiddete, hele de sakat bir kadına, karına, çocuklarının annesine şiddete asla tahammül edemezdi. Defalarca böyle vakalara bakmış, kimini çekip kurtarmış kimine ise yetişememiş ama toprak altından sesini işitip, adaletini göstermişti. “Allah kocası olacak adamın belasını versin.” sözleri Kader’in ağzından istemsizce döküldü. Normalde taraf gözükmekten çok korkardı ama burada nedense kendini çok özgür hissediyordu. Konuşmaya devam etti:
“Bu tipleri iyi bilirim. Bunlar mahkeme salonunda karşımda süt dökmüş kedi gibi dururlar, boyunlarını bükerler, kravat takıp düzgün insana benzemeye çalışırlar. Ama Gülbeyaz gibi kadınları döverken hatta öldürürken içlerindeki canavar serbest kalır, gözleri hiçbir şeyi görmez. Kendilerini dünyanın sahibi zannederler. Hukuk okuduğum için kendimle en çok bu davalarda gurur duyarım. Bir kadın hakimin karşısında böyle ezilip bükülmelerini görmek, canına kast ettikleri hatta belki de canını aldıkları o kadınların öcünü aldığımı hissettirir bana. Peki bana sormak istediğiniz nedir?” diye sordu Kader ve devam etti “Hakkımda bu kadar bilginiz varsa, bu davayla ilgili kararımı da bilirsiniz zaten.”
“Unutma tek bir hakkın var. Hepsini dinlemeden karar vermek seni zora sokabilir.”
“Gülbeyaz ne istiyor peki?”
“Gülbeyaz, hayat boyu rahat yaşayacağı sabit bir gelir ve bu sayede kocasından ayrılma özgürlüğü istiyor. Hakkını ondan yana kullanırsan Gülbeyaz ömrü boyunca yetecek sabit bir gelire kavuşacak, kocasından ayrılacak, kendine İstanbul’da düzen kuracak. Aile içi şiddet son bulunca, üç çocuğu da çok iyi okuyacak, meslek sahibi olacak, Gülbeyaz hayatının sonuna kadar mutlu yaşayacak. Kızı başbakan olacak, aile içi şiddeti en ağır cezalara mahkûm eden yasayı çıkaracak ve Türkiye’de aile içi şiddet bitme noktasına gelecek.”
“Peki ya başkasını seçersem onlara ne olacak?”
“Kısa bir süre içinde kocası Gülbeyaz’ı öldürecek, çocuklar çocuk esirgeme kurumlarına dağıtılacak. Büyük oğlu sokakta tartıştığı bir kişiyi öldürüp hapse düşecek, kızı tecavüze uğrayacak.”
Kader’in içine bir karamsarlık çöktü, Türkiye’de her yıl yüzlerce ve belki binlerce kadın bunu yaşamaktaydı. Şimdi Kader’e hepsine birden adalet dağıtma şansı verilmişti. Tek bir kararla binlerce kadını kurtarabilir, binlerce çocuğun sağlıklı bir ailede yetişmelerine imkân tanıyabilirdi. Kader kesinlikle Gülbeyaz’ın yaşamasını istiyordu. Birden etraf karardı, bir boşluğa düştüğünü hissetti.
***
Göğsünde derin bir acı hissetti ve çığlıkla gözünü açtı. Bu sefer bir kuyumcu dükkanındaydı. Yuvarlak yüzlü, sarı saçlı on sekiz on dokuz yaşlarında bir oğlan çocuğu vardı karşısında. Ama gözleri korku ve öfke doluydu, sanki Kader’e değil de Kader’in arkasına bakıyor gibiydi. Kader arkasını döndüğünde, bankonun arkasında hafif kel, kırk beş elli yaşlarında bir adam gördü. Adamın eli havada, sanki çocuğa uzanacakmış gibiydi ve gözlerinde alay eden ama aynı zamanda babacan bir bakış saklıydı. Derken Kader’in gözleri adamın üzerinde yavaş yavaş aşağıya doğru kaydı ve gencin aslında adamı tam kalbinden bıçakladığını gördü. Dehşete kapıldı ve bir adım geriye zıpladı. “Korkma. Tüm bunları hiç yaşanmamış kılabilirsin.” dedi otoriter ses. “Şimdi Okan ile tanışıyorsun.”
“Okan bıçaklanan adam değil mi?”
“Hayır, Okan bıçaklayan.”
“Nasıl yani? Bana bir katili mi soracaksınız şimdi? Anlatmanıza gerek yok. Birinin öldürülmesinde hiçbir haklı gerekçe olamaz.”
“Bazen hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Belki sen de burada değilsindir. Ama bu seninle konuştuğumuz gerçeğini değiştirmez.”
“Bilmece çözmek için biraz büyük değil miyim? Peki. Neyse. Dinliyorum devamını.”
“Okan on sekiz yaşında, lise son sınıfta, çok başarılı bir öğrenciydi.”
“Hiç de öyle birine benzemiyor şu haliyle.”
“İyi bir gelir grubuna dahilken, babası ortağı tarafından kandırıldı ve büyük bir borç ile battı. Babası bu üzüntüye dayanamadı ve iki yıl önce kalp krizinden öldü. Tüm akrabalar ailenin borcundan haberdar olduğu için, kimse aileyi sahiplenmek istemedi ve birer birer uzaklaştılar. Okan da ailenin büyük çocuğu olarak kanser hastası ve yatalak olan annesi ile üç kardeşine bakabilmek ve borçları ödeyebilmek için, küçük çaplı işlerde çalışmaya başladı. Ama kazandığı ancak boğaz tokluğuna yetti, babasından kalan borçlar faizlerle günden güne arttı, en son haciz geldi. Haciz memuru ağabeyi Okan’a acımış ve bir kenara çekip “Neden reddi miras yapmadınız?” diye sormuştu. Ama böyle bir seçenek söz konusu olamazdı, çünkü annesi hiç çalışmadığı için, kanser tedavisini Okan’ın babasının sigortası sayesinde yaptırabiliyorlardı. Reddi miras demek annesinin tedavisini de sonlandırmak olacaktı. Babasından kalan borcu çalışarak kapatamayacağını anlayan Okan, biraz da çocuk aklıyla, kuyumcu soymaya karar verdi. Mutfaktan bir ekmek bıçağı aldı, amacı sadece kuyumcuyu korkutmaktı. Ama kuyumcu daha önce de benzeri bir olay yaşadığı için hazırlıklıydı ve soygun sırasında Okan’ın bir anlık dalgınlığından faydalanmak istedi. İşte tam o sırada Okan paniğe kapıldı ve bıçağı kuyumcuya sapladı.”
Kader bir an ne diyeceğini bilemedi. Birini öldürmenin haklı bir gerekçesi olamazdı ama olayların bu noktaya gelmesinde Okan mı suçluydu? Bildiği tüm değer yargılarını gözden geçirdi ama işin içinden çıkamadı. Olayı bizzat gözleriyle gördüğü için mi bu ikilemi yaşıyordu yoksa yıllardır bu tür davalarda mecburen uyguladığı ceza yasalarına aslında çok da inanmadığından mı? Nasıl da değişmişti bir anda Okan’ın gözleri. Biraz önce öfke sandığı bakışın aslında endişe, yalnızlık ve çaresizlik dolu olduğunu fark etti. Kafasındaki ses devam etti:
“Okan’ı seçersen babasından kalan tüm borçlar kapanacak, kuyumcu olayı hiç yaşanmamış olacak. Okan ve üç kardeşi sabit bir gelirle okumaya devam edecekler, çok başarılı birer iş insanı haline gelecekler. Daha sonra dört kardeş annelerinin anısına bir vakıf kurup, kanser hastalarının çocuklarının eğitimlerini üstlenecekler ve bu yolla yüzlerce çocuğun geleceğini kurtaracaklar.”
“Peki ya seçmezsem?”
“O zaman Okan hapse girecek, anne kısa süre sonra öleceği için, diğer kardeşleri evlatlık olarak farklı farklı ailelere verilecek. Okan hapisten çıktığında bir hükümlü olarak bir daha iş bulamayacak, günübirlik işlerle karın tokluğuna yaşayacak. Fırsat buldukça kardeşlerini arayacak ancak izlerini bulamayacak. Zaten kardeşlerinden biri on bir yaşında trafik kazasında ölecek, diğer ikisi madde bağımlısı olarak bir tornacıda yaşamlarını sürdürecek.”
Kader’in kafası iyice karışmıştı. Kadına şiddet kesinlikle hassas noktasıydı ve şimdi kanayan yaraya merhem olmak değil, sorunu temelli çözme fırsatı vardı. Ama Okan da kardeşleriyle birlikte bir vakıf kurarak yüzlerce gence umut olabilirdi. Biri elini tutuyor gibi hissetti, içinde derin bir huzur oluştu, istemsizce gözlerini kapadı.
***
Karanlıkta bir kadının ağladığını duyuyordu, uyanmak istiyor ama gözünü açamıyordu sanki. Sonra yavaş yavaş gözlerini açtı, görüntü netleştiğinde karşısında bir şark köşesi ve burada bacaklarını altına kıvırmış, kollarında altın bilezikler olan, esmer yirmi beş otuz yaşlarında bir kadın gördü. Kadının kucağında minik bir bebek vardı. Kadının gözleri ağlamaktan şişmişti ve sanki bir kurtarıcı bekler gibi pencereden çok uzak diyarlara dalmıştı. “Gene bir kadına şiddet vakası galiba.” diye düşündü Kader. “Hayır, bu seferki kahramanımız İlker ve şu anda annesinin kucağında uyuyor.” diye cevap verdi ses. Kader artık bu sesten rahatsız olmuyordu, garip bir şekilde sesi duyduğuna sevindi ve konuşmayı sürdürdü:
“Daha yeni doğmuş bir bebeğin bu hayattan nasıl bir adalet talebi olabilir ki? Gerçekten merak ettim doğrusu.”
“İlker, Şanlıurfa’nın önde gelen aşiretlerinden birinin ilk erkek torunu. Annesi Kübra, babası Halis. Kübra ve Halis aile büyüklerinin kararıyla, zorla yirmili yaşlarda evlendirilmiş amca çocukları. Halis aşiretin bir sonraki ağası olacağı için, erkek çocuk özlemi vardı. İlk çocukları kız olduğu için, İlker’in doğumuyla evde bayram havası esmişti ancak çok kısa bir süre içinde İlker’in ölümcül bir genetik hastalığı olduğu fark edildi. İlker hemen tedavi edilmezse çok kısa bir süre sonra ölecek. Tedavi olursa hayatta kalması mümkün ancak hayatı boyunca yürüyemeyecek. Aşiretin önde gelenleri, sakat kalacağı gerekçesiyle, İlker’e tedaviye başlanmasını istemiyorlar. Sakat bir çocuğun aileyi her anlamda olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlar. Ailede sakat çocuklar doğduğunun yayılmasını istemiyorlar. Ayrıca sakat bir çocuğun aileyi düşmanlara karşı zayıf göstermesinden endişe ediyorlar. Daha önce birkaç kez daha böyle sakat çocuklar doğmuş ve onlar için de kararlar hep aile ileri gelenleri tarafından benzeri şekilde verilmişti. İlker’in de ölüme terk edilmesi kararı verildi. Kübra çocuğunun hayatta kalmasını istiyor, Halis ise ailesine çok karşı gelemiyor.”
“Peki burada ben neye karar vereceğim?”
“İlker’in yaşamına. Eğer hakkını İlker’den yana kullanırsan, aşirette ilk defa bir sakat bebeğin yaşaması için karar alınacak. İlker yaşayacak ve sakatlığı sebebiyle aşiret içine çok dahil olmayacak, kendini okumaya ve gelişmeye adayacak. Daha sonra kendi hastalığı üzerine dünya çapında bir genetik uzmanı olacak, hastalığın erken tanı ve tedavisi ile ilgili devrim niteliğinde çözümler geliştirecek. İlker’in geliştirdiği tedavi ile hasta çocuklar tamamen normal bir yaşama kavuşacak. Kurduğu vakıflar aracılığıyla da hem Türkiye’de hem de dünyada kalıtsal hastalıkların tanı ve tedavisinde eğitimler yapacak, akraba evliliği ve kalıtsal hastalıklar konusunda toplumsal bilinci arttıracak, böylece milyonlarca ailenin hayatına dokunacak. Eğer tercihin İlker’den yana olmazsa İlker dört ay sonra ölecek, ablası annesi ile benzer bir kadere mahkûm olacak, on beş yaşında halasının oğluyla evlenerek yine sakat çocuk sahibi olacak. Genetik miras nesiller boyu aile içinde sakat çocuklar doğmasına ve onların ölüme terk edilmesine yol açacak.”
Kader göğsünün sıkıştığını hissetti, ne kadar büyük bir sorumluluk altına girmişti. Elleri terliyor, başı fırıl fırıl dönüyordu. Hayatı boyunca yüzlerce davaya bakmıştı. Suç dışarıda, sanık mahkeme salonunda, adalet Kader’in koltuğunda olurdu. Herkesin yeri belliydi. Şimdi suç neydi, sanık kimdi? Kader koltuğunda kalmış, ama geri kalan her şey tepetaklak olmuştu. Şimdiye kadar sanık için karar vermiş, kararının sonuçları ile yüzleşmek zorunda kalmamıştı. Savcı önerir, Kader gereğini düşünür ve yasaların ön gördüğü ceza ile dosya kapanırdı. Ama şimdi adalet için bir seçim yapmak zorunda kalmıştı. Birden hayatı boyunca hiç seçim yapmadığını fark etti. Adliye dışında bir hayat hiç bilmemişti, mesleği kendi kendine gelişmişti. Ümit ile tanıştığında tüm iliklerine kadar onun doğru kişi olduğundan emindi, başkasını gözü bile görmedi. Çocuk sahibi olmayı istemiş ama olmayacağı kararını yine kendisi değil, Ümit’in çocukluğunda geçirdiği kabakulak enfeksiyonu karar vermişti. Mahkeme salonunda karşısında dikilen kişiler için kararlar vermiş, ama hiç kendisi için bir karar vermek zorunda kalmamıştı. Şimdi kendisi için bir karar vermeliydi ama bunu yaparken, hayatındaki en önemli direği, adaleti, göz ardı etmeliydi. Üç vakadan birini sevindirirken, ikisini kaderleriyle baş başa bırakmalıydı. Kimler kaderini daha çok hak ediyordu? Gülbeyaz mı? Okan mı? İlker mi? “Artık uyanmak istiyorum. Artık uyanmak istiyorum.” diye haykırdı, o sırada gözleri karardı.
***
Uyandığında tanıdık gümüş tavanı gördü. Tekrar başa dönmüştü. Odada yine kapı yoktu, pencerede ise sadece bulutlar vardı. “Hala rüyadayım.” diye düşündü. Hiçbir rüyadan bu kadar çok uyanmak istememişti. Uyanmak, kahvesini yapıp, kitabını okumak istiyordu. Artık çok sıkılmıştı, öfkelenmeye başladı. “Aaaaay yeterrrrr! Uyanmak istiyorum artık. Offff!” diye bağırmaya başladı. “Artık sana bazı gerçekleri söylemenin vakti geldi.” dedi ses. Kader’in kalp atışları iyice hızlanmıştı. “Hadi artık uyanmak istiyorum.” diye tekrarladı.
“Henüz uyanamazsın. Halen kararını vermedin. Ama önce sana açıklamamız gerekenler var. En son neredeydin?”
“Banyoya girmiştim, duş alıyordum.”
“Sen duşta bir beyin kanaması geçirdin. Ümit’in uçağı iptal olduğu için eve döndü ve seni banyoda görür görmez ambulansla hastaneye getirdi. Gülbeyaz’ın evine girerken duyduğun ambulans sesini hatırlıyor musun?”
Kader duyduklarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyordu. Ses söyledikçe o da onları yaşadığını bildiğini fark ediyordu. Ama ses söylemeden devamını getiremiyordu. Boğazından bir düğümü açarcasına sesini kontrol edemeden sese cevap verdi:
“Eeeeeeevet. Evet. Hatırlıyorum.”
“Peki Okan’ı gördüğünde göğsünde hissettiğin derin acıyı?”
“Evet onu da hatırlıyorum. Sonra da biri elimi tutmuştu sanki.”
“Hissettiğin elektroşokun göğsünde yarattığı yanık, elini tutan da Ümit’ti. Daha sonra İlker’i görmeden önce karanlıkta ağlayan kadın duymuştun. O da Saadet Hanım.”
“Ağlayan kadın mı? Ne yani öldüm mü ben şimdi?”
“Hayır, komadasın. Uyanmak için karar vermek zorundasın. Karar verdiğinde UYANACAKSIN.”
SON
Ekim 2020
Yazarın diğer öykülerini okumak için tıklayın.