MERDİVEN
Hülya Karakaya
“Meryem, gel kızım biraz konuşacaklarım var.”
“Şu ödevimi bitireyim geliyorum anne.”
“Bırak şimdi. Birazdan yaparsın, önce anlatacaklarımı dinle.”
“Olur anne, seni dinliyorum. Ne konuşacaksın?”
“Bak kızım, okulun bitiyor artık. Yarın misafirlerimiz gelecek seni görmeye. Baban hazır olmanı istiyor.”
“Anne ne diyorsun sen? Ben okumak, üniversiteye gidip öğretmen olmak istiyorum. Ben evlenmek istemiyorum. Kesinlikle olmaz!”
“Baban okumanı istemiyor kızım. Benim elimden bir şey gelmez. Yapabileceğim bir şey yok.”
***
Kapı açıldı, Mehmet elindeki anahtarı komidinin üstüne koydu. Meryem oğluyla birlikte koltuğa oturmuş kitap okuyordu.
“Ben akşama kadar apartmanda bir aşağı bir yukarı köpek gibi koşturayım, siz analı oğul kitap okuyun. Oh ne ala!”
“Abartma istersen Mehmet! Sanki ben akşama kadar hep oturuyorum evde. Her gün aynı tartışmayı yaşamaktan bıkmadın mı? Artık ben de çalışmak istiyorum. Böyle olmuyor.”
“Otur oturduğun yerde, neyin eksik? Ben çalışıyorum işte. İyi ki lise bitirdin adamdan sayıyorsun kendini. İlkokul bitirdik diye beğenemiyor musun?”
“Her gün aynı kavgaları yapmaktan bıktım. Bak çocuk etkileniyor artık. Geceleri yalnız yatamıyor korkarak uyanıyor.”
“Olur öyle şeyler. Hem erkek adam korkar mı? Çocuklukta biz de yaşadık. Büyüyünce geçer. Kapat artık konuyu. Kalk yemeği hazırla. Yorgunum, yatacağım.”
Akman hem üşüyor, hem terliyordu. Akşam olsun istemiyordu. Annesi ile babası yine kavga ediyorlardı. Kulaklarını kapattı ama sesler hala şiddetiyle kulaklarında çınlıyor, azalmıyor artıyordu. Işığı kapalı odasında yatağının üzerinde ileri geri sallanıp duruyordu. “Susun, susun artık!” diyerek gözyaşı döküyordu. Nihayet sesler kesilmişti. Annesi gözyaşları içinde odaya geldi. Karanlıkta pencereden yansıyan ışık Meryem’in yanağındaki kırmızılığı saklayamıyordu. Oğluna sıkıca sarılıp uykuya daldılar.
Dünya karanlık kış uykusuna yatmış gibiydi evin içinde. Yaz hiç gelmeyecekmiş gibi bulutuydu odanın her yerinde. Her gün kavgalar artıyordu. Akman gitgide içine kapanmaya başlamıştı. Okuldan gelince odasına kapanıyor, pencerenin önünde mıh çakmış gibi durup vakit geçiriyordu. Dışarıda oyun oynayan arkadaşlarına katılmıyor, gitse bile kavga edip tekrar eve geri geliyor annesinin telefonuyla vakit geçiriyordu. Bu durum Meryem’i endişelendirmeye başlamıştı. Bu akşam geldiğinde Mehmet’le konuşup çocuğu doktora götürmeliydi.
Öğle olmuş yoğunluktan Mehmet hala işleri bitirememişti. Meryem yardım ederse bir an önce bitirir eve dönerdi. Meryem’i aradı. Telefona bakan yoktu. Bir kaç kez daha aradı. Şimdi de meşgule atıyordu. Çok sinirlendi, öfkeyle yukarı kapıcı dairesine çıktı. Kapıyı kendi anahtarıyla açtı, merdivenlerden yukarıda bulunan yatak odasına çıktı. Hiddetle açıp adeta odaya daldı. Meryem ve Akman ne olduğunu anlamadan şaşkınlık ve korkuyla bakakaldılar.
“Kaç oldu aradığım, neden cevap vermiyor, meşgule atıyorsun?”
“Duymadım, Akman’ın elindeydi telefon.”
Hiddetle yürüyerek Akman’ın elinden telefonu aldı. Odadan çıkarak aşağı, salona fırlattı. Çocuk korkuyla annesine sarıldı, ağlamaya başladı. Telefonu almak için merdivene doğru yürüdüğü an kolundan tutup çekti.
“Bundan böyle telefon yasak artık!”
Meryem ters ve sert bir bakışla;
“Saçmalama, çocuk çizgi film seyrediyor. Uzatma artık!”
Tekrar merdivenlere yöneldiğinde Mehmet kolundan tutup itti. Tökezleyen Meryem merdivenin başına çöktü kaldı. Toparlayıp kendini tekrar ayağa kalktı. Tırabzana tutunup aşağıya inmek için adım atar atmaz arkadan saçlarından asılan Mehmet’ten kurtulmaya çalıştı. Korkuyla Akman sanki kurtaracak gücü varmış gibi annesinin yanına koştu geldi. Arbede sırasında babasının itmesiyle merdivenlerden aşağıya çığlıklarla boylu boyunca yuvarlandı. Kendine geldiğinde hastanede bir odada acılar içindeydi. Uzun süren tedavilerden sonra iyileşememiş tekerlekli sandalyeye mahkum edilmişti; şimdilik.
Pencerenin önünde, sandalyesinin üzerinde gözlerini kapatmış bir öne bir arkaya doğru sallanıyordu Akman. Dışarıdan gelen çocuk sesleri beynine tokmak gibi iniyordu. Nefes alışı artmış, kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Öfkesini bastırmaya çalıştı, öne arkaya daha da hızlı sallanıyordu. Avuçlarını yumruk yapıp sıkmaya başladı. Neredeyse tırnakları etini delip içine saplanmak için yer arıyordu. Çocukların bağrışlarından nefret ediyordu. İçinden “Susun artık, susun, susun!” diye onlarca kez tekrarlamıştı. Ama sesler azalmak yerine daha da çoğalıyordu. Öfkesi içinden taşıp boğazına, oradan da ağzının içine kadar doldu. Daha fazla dayanamadı. Olanca öfkesiyle son ses bağırdı. “Yeter artık biri sustursun şunları!”
Kapı hızla açıldı, annesi Meryem telaşla oğlunun yanına koştu. “Akman! Nen var kurban olduğum, ne oldu?”
“Anne şu pencereyi kapatır mısın? Çocukların gürültüsüne dayanamıyorum. Başım ağrıdı hem uyumak istiyorum.”
“Tamam oğlum, hemen kapatırım. Hadi yatağına yatırayım uyu biraz.”
***
Ameliyat ve fizik tedavilerle aradan geçen üç yıl sonunda sol ayağındaki özür dışında artık yürüyebiliyordu. Okulunun eksik dönemini annesinin ve öğretmenlerinin sayesinde biraz kapatabilmişti. Yine içine kapanık, arkadaşlarından uzak, tek başına zaman geçiriyordu. Boş zamanlarında penceresinin önüne oturur, kendini polis olarak hayal eder, suçluları yakalar ve onları hapishaneye yollardı. Yakaladığı kişiler hep babasına benzerdi. Bundan büyük bir keyif alırdı. Zaman geçip gidiyordu, annesi vardiyalı bir işe başlamış, üstelik boş zamanlarında yardım etmiş, öğretim hayatı daha da düzelmişti. Orta kesim bir mahallede iki katlı ahşap eski bir ev almışlar ve orada yaşamaya başlamışlardı. Bu yıl nihayet lise bitiyordu. Üniversite sınavına girmiş, sonucunu bekliyordu. Boş durmamak için günlük işlere gidiyor, para biriktiriyordu.
Meryem yine gece vardiyasına dönmüştü bu akşam. İçinde bir sıkıntı vardı, gitmek istemiyordu işe ama elinden bir şey gelmiyordu. Onca hastanede geçen zaman boyunca parasal sıkıntıya girmişlerdi. Şimdi kendi gidemediği üniversiteye oğlu gidecekti, bu yüzden çalışmak zorundaydı. Bu gece babasıyla yalnız kalması çok canını sıkıyordu. Oğlunun nefretini biliyordu. Dua ederek evden ayrıldı.
Odasında, elinde telefonu yine penceresinin önünde oturuyordu Akman. Kapı açıldı, babası içeri girdi. “Onca olay yaşattın bize, sakat kaldın, hala telefonla oynuyorsun. Kalk, çakmak yanmıyor, yemekleri ısıt. Karnımı doyurayım, yorgunum, yatayım.” Öfkesini belli edercesine ters ters nefretle baktı babasına. “Ee hadi oyalanma, ancak inersin zaten.” Sinirlenmişti, kendini zor tutuyordu. “Senin yüzünden ben bu haldeyim. Hayallerimi çaldın sen benim baba.”
“Hayalmiş, akşama kadar evde kitap okuyarak mı hayal kuruyorsun? Ananla bir bilmişsiniz okumayı. Fethettiniz sanki dünyayı. Okuyup öğretmen olacağım diyordu; hani ne oldu? Bir fabrikada vardiyalı eleman oldu aha anan.” Akman yumruklarını sıkmış öfkesini içinde bastırmaya çalışıyordu. Ama daha fazla hakim olamadı kendine. Yılların kini ve nefreti bir anda patlayıp su yüzüne çıktı. Sehpanın üzerinde duran cam şişede kolonyayı babasının yüzüne fırlattı. Ne olduğunu anlayamadan darbenin şiddetiyle yere düştü, kendinden geçti. Hırsını alamamıştı. Gözüne yatağının başında duran çakmak ilişti. Gidip aldı. Tekrar babasının baş ucuna dikildi.
“Yemeği ısıtmamı istiyordun değil mi? Al sana çakmak. Ama yemeği değil seni ısıtalım, bakalım nasıl olacak? Bir kaç kere çaktı ama yanmadı. Tekrar denedi. Bu kez yandı. Babasının kafasına çarpıp kırılan kolonyanın üzerine fırlattı çakmağı. Her yere saçılan kolonya bir anda babasının vücudunu sardı. Akman kabustan uyanmak istiyor ama alevin dehşetinden sonra kendine gelmek istemiyordu. Sanki dağın tepesinde dengesini kaybedip cehennemin dibine düşecekmiş gibi hissediyordu içindeki duyguları. Geride kalan düşünceleri, artık kabusun kendisinden bile kötü gelmiyordu. Hayallerinden, umutlarından koparılmıştı. Hem hırstan hem öfkeden gerçek kavramının ayırımını yapamıyordu. Çocukluğundan gelen, asıl olan hatıralarından, sanrıları daha da içinden çıkılmaz öfke nöbetlerine dönüşmüştü. Önce ayağındaki ameliyat izlerine baktı. Sonrada boylu boyunca yatan babasına. Düştüğü o merdivenlerden sonra hep nefret etmişti ondan. Yürüyemediği, pencerenin önünde geçirdiği zamanlarda tek zevki öldüğü, hayatlarından çıkıp kurtuldukları anı hayal etmekti. Şimdi yerde, alevlerin arasında yatıyordu. Kurtarmak için hiçbir çabası yoktu. Arkasını dönüp odadan çıktı. Hayatını karartan merdivenlerden korkmadan ağır adımlarla indi. Kendini griye çalan dumanların arasından, yalaz alevlerin ışıltısından kurtarıp dışarı çıktı. Ardından çıtırtıların müzik eşliğinde, gürültüyle çöktü eski ahşap ev. Karanlık sokakta parlayan alev dans edercesine gökyüzünü aydınlatıyordu. Mahalle korkuyla ayağa kalkmış, hemen itfaiye ve ambulans aranmıştı. Sokağın başında ışık göründü. İtfaiye sesinin ardı sıra acı acı öten ambulansın sesi inliyordu. Mahallenin ortasında iki katlı ahşap binayı kıpkırmızı alev yutmuştu adeta. Masmavi gökyüzüne yol alan gri dumanlar şimdi bir başka renge doğru yol alıyordu Akman’ın hayatında.
Yazarın tüm öyküleri…