SİYAH BEYAZ

Devrim Ege

Hamlesini yapıp satranç tahtasının başından kalktı. Kahve almak için mutfağa geçti. Filtre kahve makinesi çalışırken mutfaktaki satranç tahtasının başına oturdu. Evde dört beş satranç oyunu ayrı ayrı mekanlarda sürüyordu. Böylece yalnızlığını örtbas etmeye çabalıyordu. Yalnızlıkla bir şekilde başa çıkabiliyordu da Müjdat olmadan olmuyordu; kırk yıllık dostu, olmazsa olmazı, onu en iyi anlayan, her şeye rağmen onu sevebilen tek insan…

Ankara Hukuk’a başladığı yıl tanışmışlar, beraber eve çıkmışlardı. Yanlarına başka kimseyi almamışlardı; sadece ikisi, baş başa. Öbür öğrenci evlerine benzemezdi onlarınki; arkadaşla dolup taşmazdı. Hem en titiz ev hanımının evi bile onlarınkinin yanında pasaklı kalırdı. Kılı kırk yaran bir temizlik anlayışı vardı, Müjdat da ona uyardı. Ah Müjdat! Her konuda öyle değil miydi zaten; hep uyumlu, hep anlayışlı…

Okul bitmiş, asistanlığa başlamış, doktorasını yapmış, öğretim üyesi olmuştu. Müjdat ise okulu yarım bırakmış, birkaç fakülte değiştirdikten sonra özel bir tiyatroda oyuncu olup hayallerine kavuşmuştu. Kendiyle barışık bir insandı Müjdat; kimseyle tartışmaz, kalp kırmazdı. Onunsa herkesle kavgası vardı sanki; kendiyle bile geçinemezdi. Bir tek Müjdat işte, kavga etmediği tek insan oydu.

Müjdat ne kadar orta yolu tutturup giden bir insansa o da o kadar uçlarda yaşardı her şeyi. Öfkelenince gözü hiç kimseyi görmez, içmeye başladıysa kendini kaybedene kadar durmazdı. Ne sevinci benzerdi kimseninkine ne de mutsuzluğu. Oldukça iri kara bir kedi, tam çenesinin altında kıvrılır yatar, onun ağırlığı, sıcaklığı, hırıltılı soluğuyla boğulurdu zaman zaman.

Fakültedeyken durum bir nebze olsun daha iyiydi. Arada sırada uluslararası kongrelere gidiyordu; uzaklaşmak iyi gelir gibi oluyordu. Hatta bu seyahatlerde arkadaş edinmeye bile çalışmıştı. Ama başlangıçta gözüne eşsiz görünen insanlar, en ufak bir şeyde bütün değerlerini yitiriveriyorlardı onun için. Hiç kimse onu Müjdat kadar iyi tanıyamazdı ki…

Bir ara kitap yazmayı düşündü. Üç beş gün de öyle oyaladı kendini. Sonra kaldırıp attı onu da bir kenara.

Son iki aydır evden dışarı adım atmamıştı, bir insan yüzü gördüğü yoktu. Geleni gideni olmazdı. Kimsesi yoktu ki zaten kapısını çalacak. Ana baba bildiği insanlar, çoktan göçüp gitmiş, kardeşi desen hiç olmamıştı. Hayatındaki tek insan da onu arayıp sormuyordu bile. Çok yoğundu Müjdat, kendi tiyatrosunu kurmuştu artık, oyundu provaydı derken başını kaşıyamıyordu. Yine de onu arayacaktı, hiç olmazsa sesini duyardı. Heyecandan elleri titriyor, kalbi deli gibi çarpıyordu telefonun açılmasını beklerken. Cıvıl cıvıl bir genç kız sesi geldi karşıdan; yeni oyunculardan biriydi, Müjdat Abi’si dekorla ilgileniyordu, arayanın kim olduğunu öğrenince: “Yarın ararım onu.” diye geçiştirmişti. Öylece kalakaldı  kış bahçesinde! Gece mi bastırmıştı birdenbire? Ne bir sokak lambası, ne yıldızlar! Ay da buluta girmiş olmalı.

Hızlı İletişim
Merhaba. Size nasıl yardımcı olabiliriz?