ORTANCALAR

Semiha Babaoğlu Baysal

Ortancaların hemen önünde, yükselti halindeki taşlara oturmuştum. Hep aynı şeyler dönüp duruyordu kafamda. Adım atacak yer yoktu aklımda. Etrafım, bu bahçe, ağaçların arasındaki bu ev hepsi huzursuzdu, tıpkı benim gibi. 

Her yaz, sıcaklar bastırmadan soluğu burda alırdık. Şehre kırk kilometre kadar uzaklıkta yemyeşil bir yaylaydı burası. Küçücük bahçemizde yetişen mahsüller bütün kışlığımızı çıkarırdı. Şimdiyse bu ev, bu bahçe, ruhumun tüm yorgunluğunu alsın istiyordum, alıp hiç getirmemecesine uzaklara götürsün. Ne kadar zamandır orda oturduğumu bilmiyordum ama üç dört saat geçmiş olacak ki, bir ara annemin “Saatlerdir ne yapıyorsun orada bilmiyorum, gel de bir kap bir şeyler ye.” dediğini hatırlar gibiyim. 

Annem her şeyi bilirdi aslında. Saatlerdir bahçede, ortancaların önünde öylece niçin oturduğumu da… Ama “Yarana tuz basmamak için bilmezlikten geliyorum, bir de ben tazelemeyeyim şimdi.” deyip sıvışıyordu. Hep böyle yapar, kolaya kaçardı.

Şimdi de köşe kapmaca oynuyorduk adeta. Ben yaklaştıkça, annem en uzak köşeye atlıyordu. Hani olur ya konuşmak, anlatmak istersin ama bir türlü başlayamazsın. Anahtar kelimeyi bulamazsın. Belki de bulursun da, ortaya çıkardığında tüm kapıları kilitleyeceğinden, çıkışı bulamayıp duvarlara çarpacağından korkarsın. İç içe geçmiş dar koridorlarda duvarlara çarpıyordum ben de. 

Yarama tuz bas be anne! “Ne oluyor sana?” de. Kilitli kapılarımı açacak bir cümle yeter. “Anlat ne oluyor?” de ve ben de anlatayım. 

Keşke babam yaşasaydı diye geçirdim içimden. O anlardı beni, hem de bir bakışta. Bilgeliğin kitabını yazan ermişlerdendi benim babam. Yirmi dört yıl önce, o gün, oracıkta olanlardan, olacakları da anlamıştı. “Sen bu adama çok mu aşıksın?” diye sormuştu bana. Alt dudağı titriyordu bu sırada. Bense annem gibi bilmezlikten gelmiştim. Yanıt vermemiştim. 

Birden, babamın bir rüyası geldi aklıma. Karanlığın içinden beyaz kıyafetleri ve ak sakalıyla çıkıp gelen bir ermiş, babama “Gidelim artık.” demiş. Babam da “Biraz daha kalayım, kızlarım biraz daha büyüsün.” deyince “Peki!” deyip, geldiği karanlığın içinde kaybolup gitmiş. Annem, rüyasını anlatan babama: 

-Aman Hasan Bey! Gece yemeği fazla kaçırdınız galiba. 

diyerek gülmüştü. Fakat ben bunun bir şaka olmayacağını anlamıştım. Babamla göz göze gelmiştik o an. Babam, okumamızı, geleceğimizi güvence altına almamızı, haklarımıza sahip çıkmamızı öğütlerdi hep. Yaşadığımız coğrafyada şakası olmayan ama hala önemsenmemiş meselelerdi bunlar. Babam o gün: 

– Çok mu aşıksın bu adama? 

diye sorduğunda yanıt verseydim. “Baba çok güzel şiirler okuyor, kitaplar alıyor, dünyayı kurtarıyoruz, aşığım galiba.” deseydim. “Biraz kıskanç ama sen onun öyle dediğine bakma, şehir hayatına alışık karısına kıyamadığından ‘Ücra yerlerde çalışamaz’ diyor ama tabii ki çalışacağım.” deseydim. 

-Hayır kızım! Hükmeden kıskanır. Hep biat etme politikasıdır bunlar. 

der miydi?

-Bulutların üstünde uçarken uçurumlardan yuvarlanırsın.

der miydi?

-Yılların boş bir çabayla harcanır gider.

der miydi? Eğer yanıt verseydim… Ak sakallı ermiş bile anlamıştı oysa. 

Gün batıyordu. Çok uzaklarda dağların üstüne yoğun bir sis kümesi çökmüştü. Yavaş 

yavaş hava kararıyordu. Çok üşüdüğümü hissettim. Eve çıkmaya karar verdim. Tam merdivenin önüne gelmiştim ki “pat” sesiyle birden irkildim. Sese doğru döndüm. Ortancaların önünde, yerde minicik bir kuş yatıyor, hiç kıpırdamıyordu. Yaklaştım. Aklıma yaralı olabileceği geldi ama yaralı da değildi. Eğilip hafifçe kafasını okşadım. Minik kara gözleriyle, acı içinde çipil çipil bakıyordu. Bu bir saka kuşuydu. Küçük kafası ateş gibiydi. Dikkatlice avcuma aldım. Ortancaların arasında birikmiş sudan alarak ağzına yavaş yavaş damlattım. Kendine gelmesi için bekledim. 

Kim bilir ne uzak mesafelerden gelmişti? Ne zor yollardan geçmiş, hangi tehlikeleri atlatmıştı? Ve sonunda tükenip uçamamış, düşüvermişti. 

Damlattığım su ona cansuyu olmuştu. Hafifçe kanatlarını kıpırdattı. Canlanmıştı. Birden içimi sonsuz bir mutluluk kapladı. Kurtarmıştım onu. Hayata dönen saka kuşu uçarak uzaklaştı özgürlüğün kanadında. Mutlulukların en güzeli böyle bedava ve tesadüfî olanıydı. 

Sonra ben ve ortancalar saka kuşunun ardından gökyüzüne doğru baktık. Telaşsızca ve açılmış kapılarla. 

06.01.2021

 

Yazarın tüm öyküleri için tıklayınız. 

YORUMLAR

Eda Boylu: çok içten bir öykü ve de çok dokunaklı… neyse ki sonunda kuşun hayata dönmesiyle mutluluğu da hissettiriyor okura…tesadüfi mutluluk… evet en güzeli belki de… 12/01/2021, 08:56

***

Serpil Bilginoğlu: Çok sade ve içtenlikle yazılmış. Tebrik ederim. 👍👏🏻👏🏻 12/01/2021, 07:22

***

Zafer Akgümüş: Anlamlı, benim bakışım, anlatılan öykünün ; gömüsü… Kim dinlemiş, büyükleri… Duyguların yeli kıpırtısını, kaybedince; bakılan herşeyini bir anda feda ettiğin; o anlam yüklü bakışları perdelenmiş, zaman birbirinin arasına, imkanı kıldığın herşeyi, imkansız kılmaya başlamıştır…. Vazgeçtiğin zaman, simya oluşur. Sakanın canlanıp uçuşu, özgürlüğün kanadında… Açılan kapıların, sırrı…. Muhteşem, umut herşeydir… Yazarımız bu duyguyu bize çok anlamlı bir şekilde geçirmiş. Üstü örtülü de olsa… Örtüyü kaldırıp bakmamıza, izin vermiş. Değerli yazarımız, Semiha hocamızı bütün kalbimle kutluyorum. Sevgiler saygılar. 12/01/2021, 02:48

***

Hülya Akbıyık: Kısacık öyküye bir ömür sığmış. O yaylada olmak istedim. Yüreğinize sağlık. 12/01/2021, 00:09

***

Seher: İnsanı içine çeken, harika, sıcacık bir öykü. Severek ve keyifle okudum. Devamının gelmesi dileğiyle… ❤️ 11/01/2021, 23:24

***

Sevinç: Çok sıcak,çok içten ve çok bizden bir öykü ,samimiyeti ile insanı içine alıyor emeğinize sağlık… 11/01/2021, 23:07

Hızlı İletişim
Merhaba. Size nasıl yardımcı olabiliriz?