NEDİM
Şebnem Ünal
Sıcak bir haziran gününe uyanan Nedim, bir gece önceden ütülediği gömleğini giymiş, aynanın karşısında süsleniyordu. Kırçıllaşmış favorilerine son şeklini verirken bir yandan örgü kravatını düzeltiyordu. Örgü kumaştan yapılmış kravatları seviyordu. Örgü kravat ile bir önceki iş yerinde tanışmıştı. Firma sahibinin oğlunda görmüş o gün bugündür giyim tarzına bu kravatı da eklemişti. Hafta sonu olduğu için giyim serbestîsi vardı ve Nedim, spor stili tercih ediyordu. Tiril tiril yaz ceketi ile tamamladığı kıyafet kompozisyonuna el çantasını ekleyerek hızlı adımlarla evden çıktı. Kredi çekerek satın aldığı ikinci el otomobilinin ön camına gölgesi düşüyordu. Klink! Sesi ile arabasına bindi ve her sabah yaptığı gibi yine aynı dileği içinden geçirdi. Isıtmalı özelliğiyle deri koltuklu son model bir araba düşlüyordu. Şöyle, pilot köşkünde yeşil ışıkların yandığı asfaltta yağ gibi ilerleyen otomobillerden diliyordu. Ambalajından sıyrılmış yeni kokan ürünler gibi gıcır gıcır bir arabası olsa hiç fena olmazdı.
Kırk dakikalık yol, trafiğin seyrekliğinden çabucak geçmiş kendisini personel kimliği elinde giriş turnikesinin önünde bulmuştu. Ofislere çıkan asansörde, tanış olduğu birkaç kişi ile selamlaştıktan sonra mobil mutfaktan kahvesini alıp odasına yöneldi. Havalandırılmış odanın içine hapsolmuş sabah esintisi yüzünde ferahlama hissi uyandırdı. Bugün mesaiye kalabilirdi. Hafta içinde birikmiş işlerini tamamlamaya pek fırsatı olmamıştı. Masasındaki lüzumsuz kâğıtları çöp kutusuna gönderdikten sonra bilgisayarına yöneldi. Salon müziklerinin yer aldığı klasörünü açtı. Hani! Nefesli ve telli çalgıların eşlik ettiği vokalsiz müzikler vardır ya onlardan açtı ve hızlıca e–postalarını taramaya başladı. Altı aydır soğutma makineleri üreten bu firmada kalite uzmanı olarak çalışıyordu. El değiştiren şirket yurt dışında yeni pazarlara açılmak istiyor, bunun için bazı standartları yerine getirmeleri gerekiyordu. Nedim’de bu noktada devreye girmişti. Firmaya kişilik kazandırmak, aksayan problemleri tespit ederek işleyişi belli standart ve kurallara oturtmak için görevlendirilmişti.
Nedim’in gözünde altı ay çok çabuk geçmişti. Mesai saatini aşan toplantılar, değişime direnen ofis arkadaşları ve çalışmalarını takdir etmekten yoksun iki tane patronu vardı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Tüm bunlara rağmen Nedim, kalite belgelerinin çoğunu kısa zamanda firmaya kazandırmayı başarmıştı. Yine de patronlarının yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi silemiyor kendisini kuralcılıkla itham eden kişilerin düşmanca bakışlarından kurtulamıyordu. Etrafında dönen komploların farkındaydı. Satış birimi prosedürlerle uğraşmak istemiyordu. Üstelik toplam kalite çalışmalarının rafa kaldırılması için üst yönetime sürekli baskı yapıyorlardı. Nedim, işini sahiplenen tavrıyla bu dedikodulara kulaklarını tıkamayı tercih ediyordu. Pozisyonu gereği herkesle mesafeli olmak zorundaydı. O yüzden pek arkadaş canlısı olduğu söylenemezdi. Bu durum onun için bir sorun teşkil etmiyordu. Zaten karakter olarak da atılgan bir mizaca sahip değildi.
Nedim, kendisini her zaman bir şirketin CEO koltuğunda ya da kendi işinin patronu olarak hayal ederdi. Çoğu zaman bu düşüncelerin gölgesinde ağzına götürdüğü kurşun kalemini kemirirken bulurdu kendini. Hırslı bir yapısı vardı ancak bu dürtü üst düzey yönetici olmasına yetmiyordu. Robert Koleji mezunu olsa belki bir şansı olabilirdi. Bu isteklerinin gerçek olması için belli bir alt yapısının olması gerektiğinin farkındaydı. Uzun yıllar iş projeleri için yatırımcı aramıştı. Çalmadığı kapı, katılmadığı seminer, gitmediği iş adamı derneği kalmamıştı. Oysa Nedim’in çok iyi bildiği acı bir gerçek vardı. “Hiçbir girişimci kendi parasını harcayarak yatırım yapmaz”… Bu fikri kabullenmediği için belki de boşa kürek çekiyordu. Yine de bu hedefi onun yaşama tutunma sebebiydi. Çünkü emeklilik süreci uzun ve yorucu bir koşuydu. Çürüteceği dirsek hesaba katıldığında kendisini oltanın ucundaki havuca ulaşmaya çalışan tavşan gibi hissediyordu. Onun için bir hedef peşinde koşmak bu süreyi daha katlanabilir kılıyordu. Ulaşamayacağını bilse bile bu amacına sımsıkı sarılmıştı.
Saatler saatleri kovalamış vakit öğle yemeğine yaklaşmak üzereydi ki, hiç beklemediği teknik bir sorunla karşılaştı. Bir anda bilgisayarı kilitlenmişti. Fareyi oynattı ama nafile ekran kararmıştı bir kere. Bilgi işlem odasını aramak için telefonuna uzanmıştı ki ekranda muhasebe biriminin numarasını gördü. Hafta sonları muhasebe servisi ile görüşmek pek alışık olduğu bir durum değildi. Sabahki ferah esinti yerini huzursuz bir mide sancısına bıraktı. Ürkek ve titreyen elleriyle telefona yapıştı. Belli belirsiz bir ses tonuyla dudaklarından “Efendim” sözcüğü döküldü. Telefonun ucundaki ses, acımasız bir gardiyanın çığlığından farksızdı.
-Nedim Bey, muhasebe odasına gelebilir misiniz?
Bu zamansız cümle kulağının içinde çınlamıştı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Toparlayabildiği kelimeler “Tabii, geliyorum” cümlesinden ibaretti.
Odasıyla muhasebe ofisi arasında bir kat vardı. En üst kata asansörle mi yoksa merdivenleri kullanarak mı çıksa bilemedi. Saniyeler süren kısa bir durağanlıktan sonra asansör kapısına yöneldi. Asansörün Trink! Sesi ile irkildi. Kabinde kendisinden başka kimse yoktu. Bir saniye kadar bekleyip derin bir nefes aldı. Sakin olmalıydı belki de başarılarından ötürü tatminkâr bir zam müjdesi tebliğ edilecekti. Endişe bulutlarını iki kaşının arasından silip asansör düğmesine bastı. Saniyeler içinde çıkacağı yol neredeyse dünya turuna çıkmış gibi hissettirdi. Emin adımlarla muhasebe şefinin ofisine yönelip aralanmış kapıdan başını uzattı. Mavi klasörlerin içinde boğulmuş kıvırcık saçlarını taramadan geldiği anlaşılan muhasebe şefinin soğuk ve mesafeli sesi karşıladı.
-Gelin Nedim Bey, kapıyı da kapatın lütfen…
Gri renkteki kapı sanki Nedim’in üstüne kapanmıştı. Mide krampları artmıştı. Sessizce koltuğa oturdu. Muhasebe Şefi, firmanın en kıdemli personeli idi. Toplam kalite çalışmalarına en çok direnç gösterenlerden birisi Perihan Hanım olmuştu. Kendisine göre haklı gerekçeleri olduğunu savunuyor, muhasebe biriminin mahremiyetinden ötürü toplam kalite çalışmalarından muaf tutulmasını istiyordu. Değişime direnen tipik bir beyaz yaka çalışanı sayılabilirdi. Nedim, kendisini toparlamış yetkin bir ses tonuyla konuşmasına başladı.
-Sizi dinliyorum Perihan Hanım, dedi.
Perihan Hanım’ın seyrek dişleri arasından dökülen sözcükler Nedim’in göğsüne ok gibi saplanmaya başlamıştı. Sesi, anlamsız uğultulardan farksızdı. Tek duyabildiği kadının sinsi bir gülümsemeyle dudaklarından dökülen son cümleleriydi.
-İşinize son verildi.
Gerekçe olarak yönetim kurulunun ortak kararı olduğu tebliğ ediliyordu. Firmanın yurtdışı planlamalarını ekonomik kriz nedeniyle durdurduğu bu yüzden toplam kalite çalışmalarına bütçe ayıramayacakları neden olarak gösterilmişti. Sözüm ona iki patron da dün akşam iş seyahatine çıktığı için yönetimle görüşmesinin önü de kesilmişti. Nedim’in aklından geçen düşünceler odanın etrafında bir sağa bir sola kaçışıyordu. Yüzü renkten renge giriyor, mide krampı yerini önüne geçemediği bir mide bulantısına bırakıyordu. Başı dönmeye başlamış, beklemediği bu haber karşısında dizlerinin bağı çözülmüştü. Daha dün CEO olma fikriyle yeni atılımlar yapmayı düşünürken bugün kapının önüne konulmuştu. Ellerini nereye koyacağını bilemiyor hakkını savunmaya çalışacak iken sesi adeta içine kaçıyordu. Bir yandan da yeni aldığı arabanın kredi taksitlerini düşünüyordu. Bu ay çok fazla masrafı olmadığı için trafik sigortasını nakit para ile ödemişti. Nerede hata yaptığını bulmaya çalışıyor zamanın geri dönmesi için içten içe Tanrıya yalvarıyordu.
İnce bir topuk sesi ile aklından geçen düşünceler toz bulutu gibi dağıldı. Mini etekli yeni yetme bir muhasebe stajyeri imzalaması için önüne birtakım evraklar koymuştu. Okuduğunu anlayamıyordu. Eline tutuşturulan yarı bitmiş tükenmez kalem ile boşluklara imza atması istenmişti. Bir gün kendisinin hazırladığı formla kovulacağını hiç düşünmemişti. Resmi işlemler bitmiş eline bol sıfırlı maaş ve tazminat çeki uzatılmıştı. Nasıl bir oldubitti ile karşı karşıya olduğunu anlamamış, kendisini şahsi eşyalarının yer aldığı çöp poşeti ile otomobilinin yanında buluvermişti. Muhasebe odasından nasıl çıktı, eşyalarını hangi ara toplayıp otoparka geldi hiç bir şey hatırlamıyordu. Selamlaştığı üç beş kişi ile vedalaşmaya vakit bile bulamamıştı. Birden panikledi. Maaş çekini ne yapmıştı? Ceketinin ceplerini yokladı ve piyango bileti bulmuş gibi sevindi. Küçücük kâğıt parçası avuçlarının içini terletmeye yetmişti. Gözleri doldu. Çöp poşetini arka koltuğa fırlatıp arkasına bakmadan otomobiline atladığı gibi evinin yolunu tuttu.
Örgü kravatını gömleğinin üst düğmelerinden kurtarmış yatağının kıyısında öylece kalakalmıştı. Dalgın bakışlarla odanın ortasında duran çöp poşetine bakıyordu. Sudan sebeplerle kovulması bir yana altı aydır harcadığı emeğe yanıyordu. En acı verici olanı da kurduğu sistemin felsefesinin anlaşılamamış olmasıydı. Toparlanmalıydı. “Neden ben” dercesine gözlerini tavana dikti. Tanrının kendisini fark etmesini umuyordu. Kötü günler için ayırdığı para en fazla iki ay yeterdi. Birikiminin bir kısmını otomobil kredisinin peşinatı için ödemişti. Yine maaş çekine sarıldı. Bu parayla birlikte süre üç aya çıkıyordu. Ne zaman tatsız bir olayla karşılaşsa psikolojik olarak hep uykusu gelirdi. Örgü kravatı yağlı bir ip gibi boynunu acıtsa da aldırmadı. Sessizce akan gözyaşları arasında uykuya daldı.
Haftalar geçmişti. Yaptığı görüşmeler pek iç açıcı değildi. Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri Nedim’e cazip gelmiyordu. Ödemesi gereken borçları vardı ve teklif edilen ücretler ancak giderlerini karşılamaya yetiyordu. Süre azaldıkça stresi daha da artıyordu. İşsizlik psikolojisi bir yana cebindeki parayı idareli harcamak zorunda olduğu için sosyal hayatını da askıya almıştı. Çoğu zaman arkadaşlarının telefonlarına bakmıyordu. Sosyal medya ile iletişimini koparmıştı. Aklına her geldiğinde onu acımasızca işten kovan patronlarına lanet okuyordu. Günler günleri kovalıyor fakat Nedim kafasına uygun bir iş bulamıyordu. Oysa iş beğenmeme gibi bir lüksü bulunmuyordu. Bu açmaz onu daha büyük bir cenderenin içine sokmaya yetiyordu. Antalya’nın bunaltıcı sıcağından olacak alnındaki terlerin boncuk boncuk döküldüğü bir anda telefonu çaldı. Sıralanan rakamlar eski işyerinin numarasına benziyordu. Telefonu açıp açmamakta tereddüt etse de yorgun bir ses tonuyla “Alo” diyebildi. Karşısındaki ses kısa bir hal hatır sohbetinden sonra konuya girdi.
-Nedim Bey, iş görüşmenizin olumlu sonuçlandığını haber vermek için aradım. E-postanıza hazırlamanız gereken iş evraklarınızı gönderiyorum. Hayırlı olsun”.
Nedim, küçük dilini yutmuş gibiydi. Görüştüğü hangi firmaydı, ne zaman mülakat sürecini tamamlamıştı hatırlamıyordu bile. Teşekkür edip hemen e-posta adresine yöneldi. Endişeli yüzü haftalar sonra ilk kez gülebilmişti. Alnındaki teri elinin tersiyle silip gözlerini tavana dikti. Tanrının onu unutmadığını düşündü. Haftalar sonra kalbine, serinlik veren bir huzur duygusu girdi. İşten çıkarıldığı günden beri odasının kapı kolunda asılı duran örgü kravatıyla göz göze geldi. Bir köşede de çöp poşetinden çıkarmadığı şahsi eşyaları duruyordu. Bu iki obje insan bedenine girmiş boğa başlı bir canavar gibi üstüne doğru gelmeye başladı. CEO olma hedefini yine beyaz yaka bir pozisyon için feda ediyordu. İşsizlik psikolojisinin yarattığı belirsizlik duygusu ve ödenmeyi bekleyen faturalar ağır basmıştı. İçini kemiren bu düşüncelere sebep olan hadiseyi bulmak için hafızasını yoklaması yetmişti.
İki gün önce eski bir iş hanında ilginç bir görüşme yapmıştı. Kurum sahibi hayırsız oğlundan umudu kestiği için işletmeyi kalkındıracak bir işletmeci arıyordu. İlk etapta kayda değer bir maaş veremeyecekti fakat bekleneni bulursa kar ortağı yapmayı bile teklif etmişti. Azı dişlerini yılların yorgunluğunda kaybetmiş bu yaşlı ihtiyar Nedim’e senelerdir beklediği fırsatı sunuyordu. Öğrenci potansiyeli yüksek olan bir mevkide sürücü kursu işletecekti. Nedim, bu teklif karşısında oldukça heyecanlanmıştı. Fakat sürücü kursunun rutubetli duvarlarını ve yıllanmış büro eşyalarını görünce içindeki ön yargıya yenik düşmüştü. Teklifi değerlendirmek istediğini belirtmek adına bir kartvizit alıp oradan hızla uzaklaşmıştı. İş hanının kirden görünmeyen merdivenlerinden inerken ne zamansız bir fırsat diye hayıflanmıştı.
Şimdi, odasının orta yerinde bağdaş kurmuş düşünüyordu. Kırçıllaşmış favorileri komidinin üzerindeki aynaya yansıyordu. Kırk üç yaşındaydı ve maceraya atılma şansını çoktan yitirdiğini düşünüyordu. Kalbi sürücü kursundaki teklifi kabul etmesini söylüyordu. Mantığı ise e-postasına yönlendirilen işe kabul mektubunu onaylamasını salık veriyordu. Nedim’in durduğu nokta hayatın ona seçim şansı vermediği bir alanı kapsıyordu. Nedim, o an konunun Robert Koleji mezunu olmakla ilgisi olmadığını kavradı. Asıl mesele “cesaretli olup risk almaktı” belki de. Düşünceli başını doğrulttu. Boğa başlı canavar kılığına girmiş örgü kravatına gülümsedi. Altı ay sonra yine aynı şeylerin başına gelebileceğini düşünse de Nedim kararını vermişti. Ertesi gün örgü kravatı boynunda işe giriş evraklarını hazırlamak için çoktan yola koyulmuştu.
- Kale by LyraThemes.com.