KARAGÖZLÜM
Kadriye Can Topal
Haziran, 1980 Rize
Dereden yukarı doğru yürüdüm. Bir set, bir set daha… Arazi dikti. Bütün arazilerimiz gibi. Şehirdeki evimizi hiç sevmezdim. Okul dönüşü köye çıkar, annemin yanına koşardım. Toplama sırası karşı çaylığımızdaydı. Karşı dediğim, önce yokuştan aşağı dere istikametinde inilir, sonra karşı yönünde diğer tepeye doğru çıkılırdı. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Sadece takatak, takatak değirmen taşının sesi yankılanırdı vadiye. Bu yağmur ülkesinde sular bir oluktan girer, çarkı döndürür mısır tanelerini una dönüştürürdü. Mısır kokusunu hep sevmişim bu yüzden. Derenin şırıltısı bir de kuş sesleri… Serçeler, kumrular, sakalar, guguk kuşları… Birbirine karışmıştı. Hele bir de kaygan kaygan, yanakları şişip şişip vıraklayan kurbağalar… Onları yakalamaya çalışırdık. Çamurlarla gölcükler yapar, siyah kuyruklu larvalarını havuzlarımızda hapsederdik.
Akan derenin üzerinden seke seke geçtim. Ama bir yer var ki paçalarımı iyice çeker, ayaklarımı mutlaka sokar serinlerdim. Sonra kıvırcık saçlı başımı kaldırır, dere boyu ağaç dalları arasından süzülen güneşe bakardım. Karşıdaydım artık. Yaban otlarını iki elimle sıkıca tuttum; hooop kendimi yukarı çektim. Burası Emriye Aba’mın çaylığıydı. Ne tatlı kadındı… Sesini duyurmazdı hiç. Uzaktan seslenmek istese, ellerini çırpardı abam. Torunlarının Babali’si…
Derenin şırıltısını vadide bıraktım. Kuş cıvıltıları ile baş başa kalmıştım. Peşi sıra setler derken epey yol aldım. İlk gençlik işte… Hiç yorulmadım. Yandan yandan biraz da dikine gidecektim. Çay çalıları ıslak bacaklarımı kedi tırmığı gibi çizmişti. Abamın çaylığının tam ortasındaydım. Tepenin diğer yamacında, kestane ağaçlarının arkasındaydı annemler, oraya gidecektim. Soluklandım. Sessizliği dinledim. Derin sessizlikler beni hep korkutur, heyecanlandırırdı. Kara Yemişin ordaydım. Yarı belime kadar çaylığın içinde, gözlerim evimizin olduğu yeşil yamaçlara dalmıştı. Birden bire etrafımda bir kalabalık oluştu. Kalınca sesler ortalığı tutmuştu. Sağdan soldan yayından fırlatılmış oklar gibi… Karakargalar üzerime geliyor, çığlığımın etkisiyle gökyüzüne geri dönüyordu. Çılgınca koşmaya başladım. Ellerimde ne varsa yukarı fırlatıyor, darbelerden kendimi korumaya çalışıyordum. Daha beş dakika kadar önce aynı tecrübeyi yaşamış olan ablam, uzaktan çığlıklarımı duymuş gülme krizine girmişti. Bir de, yetmezmiş gibi kendini çayların üzerine atmış durmadan kikirdiyordu. Annem ise duyar duymaz elindeki makası bırakıp bana doğru bir hamle yaptı; “Korkma buradayım.” dedi.
***
Haziran, 2020 İstanbul
Varoluş mücadelesiydi benimkisi. Meraklıydım. Bir an önce büyümek istiyordum. Tek başına gezmek görmek için daha erkenmiş. Bekledim. Zamanı gelince ben de yuvadan uçacaktım. Ama zaman geçmiyordu…
Logar kapağının üstündeydim. Sağa sola bakındım. Tanıdık değildi gördüklerim. Gökyüzü çok uzaktı. Koşar adımlarla biri geldi. Anlayamadım. Kıvrak bir hareketle eğildi belimden tuttu çekti. Saniyelerle kurtulmuştum. Yetişmeseydi, hiç tanışmayacaktık belki de. Yasemin kokulu evin oraya yuvarlandım. Sürünerek gizlendim. Sarmaşıkları siper ettim. Uzaktan, demir parmaklıklar arkasından bir ses. “Çabuk ol! Kaç kaç!” dedi . Yanıma atladı. Kimdi bu; tanımadım. İşinde usta olduğu belliydi. Kılıcını çekti salladı. O da kaçıyordu. Belli ki onun da düşmanları var. Nefes nefeseydik. O kadar yakındık ki, kalbinin sesini duyuyordum. Sağdan, soldan, üstümüzden canhıraş sesler geliyordu. Kapkara bir kaos vardı gökyüzünde. Dünyanın sonu gibiydi. Bir süre ortalığın yatışmasını bekledik.
İlgisi hep üzerimdeydi. Ellerimi tuttu; sıcacıktı. Elleri de yüzü kadar bakımlıydı. Uzun kahverengi saçlarını at kuyruğu yapmıştı. İki eliyle titreyen yanaklarımı okşadı; başımı göğsüne çekti. El ele bazen de göz göze geldik. Utandım. “Korkma.” dedi. Dilim tutulmuştu, bir şey diyemedim. “Seni kurtaracağım.” dedi. Savunmasızdım. Bedenimi bir sıcaklık kapladı. Sevgi hiç bu kadar yakışır mıydı insana, işte o tam böyle biriydi.
Güzel sayılmam ama çok akıllıydım. Önce parmaklarıyla simsiyah saçlarımı okşar gibi yaptı. Sonra ellerini omuzlarımda gezdirdi. Kokusu burnuma geldi. Öpecek sandım. Geri çekildim. Dalında yasemin çiçekleri gibi narin, tazeciktim. Hep bana bakıyordu. Tanışıklığımız daha çok yeniydi ama güvende olduğumu biliyordum.
Nefesini tuttu tekrar etrafa şöyle bir göz attı. Görünürde kimseler yoktu. Belki pusu da vardı. Gözleri bir aşağı bir yukarı “Biraz daha kalalım.” dedi. Bekledik. Uzun sessizlik hoşuna gitmedi. İyiye işaret değildi bu. Sesler arttıkça mavi gökyüzü karardı. Adaleli vücudu gerindi, gerindi. “Hadi! Şimdi!” dedi. Can havliyle koşmaya başladık. O neden kaçıyordu bilmiyordum. Bahçelerin arkasından koştuk, çitlerden atladık… Boğazımdan belli belirsiz çıkan sesi bir tek kendim duyuyordum. Ağzım kurumuş, dilim damağıma yapışmıştı. İncir dalları yüzümüze çarpıyor, yara almayayım diye bedenini bedenime siper ediyordu. Diğer eliyle kılıcını sallıyor, samuray gibi sağa sola daireler çiziyordu.
Önünde durduğumuz evin büyükçe kapısı aniden açılınca, gıcırtısı ile irkildim. Annesiymiş meğer, geleceğimizi biliyor gibiydi. İçeri aldı. Tanıştık. Mutluluktan yüzü parladı. İkimize de sarıldı; öptü. Tebrik etti. Yanağımı okşadı. Belli ki oğlunu çok seviyordu. ‘Gözleri gülen kadın’ dedim ben ona tatlı, kıvırcık, tontiş bir şeydi. Annesinden su istedi. Bardağı uzattı… “Sen de iç.” dedi. Mahcup oldum. Kana kana içtik. Yerimi gösterdi. Ayrı ayrı odalarda dinlenmeye çekildik.
Gece olup yıldızların çıkmasını bekledim. İkinci katta kendisine ait odanın balkonuna çıktık. Hala tedirgindi. Kahverengi gözleri etrafta fır dönüyordu. Yukarı baktım. Gitarının nağmesinde, dolunay ortalığa tatlı bir aydınlık vermişti. Artık korkularım kendini heyecana bıraktı. Öyle bir heyecan ki, sanki büyük bir sis bulutuna giriyor her şey görünmez oluyordu. Yanındayken minik yüreğim pır pır ediyordu. “Sana yiyecek bir şeyler getireyim.” dedi. Ellerini ellerimden çekti, mutfağa gitti.
Bütün akrabalar başıma gelenleri duymuş. Kimi destek için, kimi de meraktan üşüşmüştü balkona. Çok kalabalık bir aileydik. Bizimkiler aileden birini öyle kolay kolay bırakmazdı. Telaşlıydılar. Yaram var sandılar. Yaralıydım ama öyle değil… Annem “Korkma buradayım.” dedi. Çırpındım… Tekrar çırpındım. Gitmeyi kaç kez denedim oysa; kaç kez? Bu defa kararlıydım. Gitme vaktim gelmişti. Havalanmıştım. Kanatlarım kaldırmıştı bedenimi. Uçtum, uçtum, uçtum… Geri döndüm . O’na doğru sevgiyle son bir veda turu attım.
Hür olmalı… Karga dediğin kargalarla uçmalı.
“GAK!’”
İstanbul
16.06.2020
- Kale by LyraThemes.com.